Wednesday, December 30, 2009

annem yeni yıl mesajı olarak arkadaşlarına göndermiş bu şiiri, herkese "geniş zamanlar" dilemiş:

Sevgilerle

Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı.

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde

Açan çiçekler vardı,

Gecelerde ve yalnız.

Vermeye az buldunuz

Yahut vakit olmadı


Behçet Necatigil

Saturday, December 19, 2009

Sınıflar ve kimlikler

Önce Efe Peker yazmıştı 11 Kasım'da Radikal 2'de: "Günümüzde geniş kitlelerin özellikle iktisadi yaşamları üzerinde söz sahibi olmasının engellenmesi koşuluyla demokrasinin konuşulagelmesi boşuna değil. Türkçeleştirerek söylersek: 'Yediğin etnik ve dini demokratik kimlikler senin olsun' der Zizek, 'bana biraz gördüğün kapitalist üretim ilişkilerinden bahset!'” 11 Aralık'ta Bursa'da bir maden ocağında 19 işçinin göçük altında kalarak hayatını kaybetmesinin ardından da, 15 Aralık'ta Yeni Şafak'ta Kürşat Bumin, 17 Aralık'ta Radikal'de Nuray Mert aynı konuda yazdılar. Sorun şu: Kimlikler ve kişisel özgürlükler üzerine bu kadar konuşuyoruz, ama sınıf eşitsizliği konusunu çoktandır kapatmışız. Bir doğa kanunu gibi kabullenmişiz.

AKP bir yandan demokratik açılım diyor, bir yandan işçilerin hoşnutsuzluklarını dile getirmelerine karşı çok tahammülsüz. Unutmamalıyız asla: AKP'nin bireysel özgürlüklerin savunucusu kesilmesi, onu sosyal demokrat yapmıyor. Sosyal hakları geliştirmeyip sadaka dağıtıyor, maden ocağında gerekli denetimleri yapmayıp ölenlerin yakınlarına para veriyorlar. Sonra da hükümet yanlısı gazeteler yazıyor, "devlet ölenlerin yakınlarına sahip çıktı!"

Kürt sorununun sadece "ekonomik eşitsizlik"ten kaynaklandığı ve bölgeye yapılacak yatırımlarla çözülebileceği, devlet ideolojisinin sürdürülebilmesi uğruna Kürt kimliğini görmezden gelenlerin, baskı altına alanların en büyük argümanı oldu yıllarca. Benim savunduğum, asla bu değil.

Merak ettiğim, kimlikler arasındaki ayrımcılığın ekonomik sebepleri ve sonuçları. Bu tartışılmadığı sürece, kimliklere özgürlük tartışmaları havada ve sembolik kalıyor. Örneğin ekonomik daralma dönemlerinde birden göçmenlere tahammülsüzlük başgösterir. Hoşgörüsüzlük, sınırlı ekonomik kaynak üzerinde hak iddia edenleri eleyebilmek için icat edilen bir bahanedir. Erkeklerin kadınların, eşcinsellerin ve göçmenlerin becerileri ve toplumda oynamaları gereken rol konusunda hala yapmaktan bıkmadıkları imaların ardında da aynı neden var.

Öte yandan, eğitimli ve orta sınıf göçmenlerin, kimlik farklılıklarını çok da sorun etmedikleri, içinde bulundukları topluma kolayca entegre olabildikleri söylenir. Ya da ancak topluma entegre olabilenlerin belli bir konuma gelebildiği. Yani bir grup, diğerine göre daha çok emek harcamak zorunda.

Ancak burada, göçmenler ve azınlıklar arasında ayrım yapmak gerek. Bu ayrım her zaman kolay olmayabilir, çünkü göçmenler zamanla azınlığa dönüşür. Ancak şunu biliyoruz, daha önce de yazdım: Kürtler'e göçmen muamelesi yapamayız. Kürt çocuklar Türkçe öğrenmek zorunda oldukları için daha ilkokulda yaşıtları Türkler'e kıyasla geri kalmaya başlıyorlar. Halbuki Kürtçe eğitim görüp, orta öğrenimden itibaren Türkçe'yi zorunlu ders olarak alsalar, herkes için daha adaletli bir çözüm olmaz mı?

Ekonomik adaletsizlikler kimliklerin marjinalleşmesine, kimlikler arası kutuplaşmanın ve karşılıklı tahammülsüzlüğün içinden çıkılmaz hale gelmesine neden oluyor. Tahammülsüzlük ve kimlikleri baskılama çabası, ekonomik adaletsizleri artırıyor. Bunlar konuşulmadan yapılan açılım ise sembolik olmaktan öteye gidemiyor.

Monday, December 14, 2009

küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün hatalarım
övünmem bu yüzden bu yüzden kendimi özel önemli zannetmem
küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün saçmalamam
yenilmem bu yüzden bu yüzden kendime hala güvensizliğim

ne kadar az yol almışım ne kadar az
yolun başındaymışım meğer
elimde yalandan kocaman rengarenk geçici oyuncak zaferler

ne kadar az yol almışım ne kadar az
yolun başındaymışım meğer
elimde yalandan kocaman rengarenk geçici oyuncak zaferler

küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün korkularım
gururum bu yüzden bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden sonsuz endişem
savunmam bu yüzden bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem

ne kadar az yol almışım ne kadar az yolun başındaymışım meğer
elimde yalandan kocaman rengarenk geçici oyuncak zaferler
ne kadar az yol almışım ne kadar az yolun başındaymışım meğer
elimde yalandan kocaman rengarenk geçici oyuncak zaferler

küçüğüm daha çok küçüğüm


Sezen Aksu

Saturday, December 12, 2009

Yanlış dala tutunmak

Olaylarda, insanlarda ve fikirlerde anlam, doğruluk aramak, bilemediğimizi uydurmak, bir uydurduktan sonra da kafamızda kurduğumuz hikayeye uymayan her şeyi görmezden gelmek yalnız insana mahsus bir şey herhalde. Akıl da olanı olduğu gibi göreceği yerde, tüm enerjisini bir zamanlar yazdığı hikayeye inanmaya devam edebilmek, kendini hep haklı çıkarabilmek için harcıyor.

En akıllı insanların en olmayacak şeyleri nasıl söylemeye, yazmaya devam edebildiklerinin tek açıklaması bu olabilir. Gerçi bazen merak ediyorum, bu söylediklerinden not alacak, para kazanacak olsalar aynı aymazlığı sürdürebilirler miydi. Belki en olmayacak şeyleri söyleyenlerin başarılı, saygıdeğer hayatlarını devam ettirebilmelerini de böyle açıklamalı. İnsan kafasını sadece çalıştırması gerektiğinde çalıştırıyor çünkü.

İyi ki DTP kapatıldı! diyorlar. Bunlara sorsan herkesten vatansever. Peki şimdiye kadar bu kadar partinin kapatılmasının kime ne faydası olmuş acaba? Dünya yansın, yeter ki kafalarındaki fikir yaşasın. O küçümsedikleri gericilerin yaptığı cihaddan ne farkı var bunun? Onlar vatanı değil, kafalarındaki fikri, en çok da kendilerini seviyorlar.

Ben özgürüm, kimseye boyun eğmem, kimseyi dinlemem, istediğimi söyler, istediğimi yaparım diyorlar. Böyle mutlak bir özgürlük bedelsiz değildir. Etrafınızdakilerin tahammülünü, boyun eğmesini, korkmasını, susmasını, idare etmesini gerektirir. Birine ya onları ciddiye almamızı gerektirmeyecek bir uzaklıktaysak tahammül edebiliriz, ya onlardan bir medet umuyorsak, ya da onlara gerçek bir sevgiyle bağlıysak.

Sevgi demişken... Sevgi, arkadaşlık, muhabbet diye diye öyle çok şeyi görmezden geliyoruz, unutuyoruz ki. Her şey kutsallığını kaybetse, tüm dinlerin, ideolojilerin yalanlığı kanıtlanmış olsa, tek tutunacak dalımız sevgi, arkadaşlık, aile. Ama sevgi için kapı paspası olmanın da lüzumu yok. Amiyane ama doğru: Bazen yalnızlık, gerçekten sevginizi hak eden, sevgisini hak ettiğiniz insanlarla karşılaşana kadar ödemeniz gereken bedel, geçirdiğiniz süre. Kimse mutluluğun doğuştan gelen bir hak olduğunu söylemedi.

Bütün dallar kırıldığında neye tutunmalı? Adalet duygusu belki. İnsanın hayattaki her hareketinin, her sözünün uyması gereken tek kriter olmalı bence: Bu birinin hayatını kolaylaştıracak mı, güzelleştirecek mi? Tabii birinin hayatını kolaylaştırmanın, güzelleştirmenin ne demek olduğunu, insanın kendi değer yargıları belirler. Para kazanılan her iş değerlidir, birilerinin işine yarar denebilir. Herkes kendi hayatını kolaylaştırsın denebilir. İnsan birine iyilik yapacağım derken kötülük de edebilir. Ama benim aklımdaki soru bu.

En önemlisi ama, güçlü olmalı. Yanlış dallara tutunmak zorunda hissetmeyecek kadar güçlü.