(Yazıda filmdeki olaylarla ilgili bilgiler olduğundan izlemeden okumamanızı tavsiye edeceğim :)
Öncelikle şunu söyleyeyim, Kış Uykusu'nu çok sevdim. En sevdiğim tarafı da, karakterlerinin tutarsızlıklarının üstüne çekinmeden gidişi oldu. Babasından kalan Kapadokya'daki evi otel olarak işleten eski tiyatrocu Aydın, kız kardeşi Necla ve kendisinden genç karısı Nihal, sert kış mevsimini Kapadokya'da geçirmektedirler. Aydın boş zamanlarında yerel gazete için köşe yazarlığı yapmakta, "Türk Tiyatrosunun Tarihi" isimli kalın ve ciddi bir kitap yazmayı planlamaktadır. Buna karşılık hayatlarını doğrudan etkileyebileceği insanlara karşı ilgisizdir: Entelektüel çalışmalarına vakit ayırabilmek için sahip olduğu mülklerin yönetimini tamamen yardımcısına ve avukatlarına bırakmıştır. Vicdan ve ahlaktan sıkça bahsetmesine rağmen, kirayı ödeyemedikleri için evlerine icra gelen imam Hamdi ve ailesinin çektikleri sıkıntılara ilgisiz kalır, imamdan kaçınmak için bahaneler üretir. Aydın aslında her şeyi kendisi için yapmaktadır, Nihal'in tartışmaları sırasında söylediği gibi kendisini doğrudan ilgilendirmeyen bir konuda bir şey hissedememektedir. Nihal'in hayırseverlik girişimlerine yardım etmeye kalkışır, ama bunun asıl nedeni kendisini onun karşısında güçsüz ve dışlanmış hissetmesidir. Aydın'ın tutarsızlıklarını belki de en iyi Nihal anlamaktadır: Aslında Aydın ne inançsızları, ne inançlıları, ne gençleri, ne yaşlıları, ne de "halk"ı sevmektedir.
Necla, Aydın'ın çalışma masasının arkasındaki koltuğa oturup ağabeyinin yazdığı gazeteyi ve yazılarını rahatlıkla eleştirebilmekte, onları önemsiz bulduğunu neredeyse sevimsizliğe varan bir açık sözlülükle söyleyebilmektedir. Necla bir bakıma filmin Vasfiye Teyze'sidir! Ona göre Aydın, ıvır zıvırla uğraşmakta, gerçekten önemli bir şeyler yapmamaktadır. Buna karşılık kendisi de günlerini can sıkıntısı içinde geçirmekte, ona haksızlık etmiş eski kocasına dönebilmek için bahane aramakta, insanın "kendisine kötülük edene karşı çıkmayarak" ona hatasından dönme fırsatı verebileceğini iddia etmektedir. Burda bir nevi günah işleme özgürlüğünden bahsediliyor sanırım!
Nihal ise içinde yaşadığı boşluğu hayırseverlik girişimleriyle ve bu girişimleri sayesinde edindiği ahbaplarıyla doldurmaya çalışmaktadır. Aydın ve Necla'nın kusurlarını, Aydın'ın "suçlarını" rahatlıkla görebilmekte, ama yıllardır Aydın'dan ayrılacak gücü bulamamaktadır. Belki de filmin en etkileyici sahnesi, Nihal'in Aydın'ın İstanbul'a gittiğini sandığı gece, Aydın'ın hayırseverlik için bıraktığı parayı alıp imamın evini ziyarete gitmesidir. Böylece hem Aydın'ı kendi işine karıştırmayarak bağımsızlığını koruyacak, hem de Aydın'ın duyarsızlığını telafi edecektir. Ancak ailenin başına gelenleri geriye döndürmek mümkün değildir ve imam Hamdi'nin gururlu ve bencil kardeşi İsmail, Nihal'e vicdanını rahatlatma fırsatını vermez.
Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes röportajlarında (burada ve burada) hep üstünde durduğu bir tema var: İnsanın kendi zayıflıklarını farkedip, kabul edip, bunları itiraf etmesinin değeri. Ceylan, Türk toplumunda insanların zayıflıklarını gizleyip kendilerini olmadıkları kadar güçlü göstermek zorunda kaldığını, bunun aslında büyük bir yük olduğunu, siyasetçilerin de destek kaybetmemek için hatalarını asla kabul etmediklerini söylüyor. Filmde hem kendisinde ve kendi çevresindeki kişilerde gözlemlediği tutarsızlıkları gösteriyor, hem de izleyiciye kendi tutarsızlıklarını, zayıflıklarını görebilmeleri için ayna tutuyor. Aynı karakterlerin birbirlerine yaptıkları gibi. Aslında sanatın amacı bu, gerçeği gösterebilmek. Kimsenin hoşuna gitmese de.
.