Gece, Melek ve Bizim Çocuklar
Bilmiyorum başkaları için üretmek ne demektir, ama benim için yazmak günah çıkarmak gibi. Bu dünyadaki haksızlıkların, felaketlerin, tüm bunlara uğrayıp da gene de başkaldırmayanların farkına vardığımızda, onlardan kaçacak yerimiz kalmadığında, bunları unutup hiç bir şeye kaptıramadığımızda kendimizi, yapacak tek şey onlarla yüzleşip, kendimizle yüzleşip, günah çıkarmak oluyor. Bir tek günah çıkarmaya verebiliyorum kendimi. Eskiden küreselleşme karşıtlarına, çevrecilere, savaş karşıtlarına, gönüllülere önyargılı bir kayıtsızlıkla bakardım. Onları saf bulurdum. Şimdi anlıyorum ki insanların mahkum edildiği haksızlıkları görmediğim için asıl saf benmişim. Hatta kötü niyetli. Eskiden solcu yazarların kitaplarını okurdum halbuki, hiç benle, yaşadığım dünyayla ilgisi yokmuş gibi. Şimdi gene okuyorum, kendimi okur gibi.
Dün Ekşi Sözlük'teki Aşk-ı Memnu yorumlarını okuyordum. 1945 rumuzlu yazarın yazdıkları çok hoşuma gidince kimmiş bu 1945 diye bakayım dedim. 1945 başlığına bakınca Sezen Aksu'nun 1945 şarkısını hatırladım. Aklıma şarkının bestecisi Onno Tunç geldi, sonra Uzay Heparı, onların yaptıkları, benim daha ilkokuldayken çok sevdiğim şarkılar, 90'lar, Mithatpaşa Caddesi'ndeki evimiz, annemle gittiğimiz butikler, yakıp söndürdüğümüz ışıklar geldi. Onlar hakkındaki belgesellerden klipler izledim, şarkılar dinledim, haberler okudum. Sezen Aksu'nun röportajlarını dinledim. Şu sıralar bana en çok dokunan şey, geçen zaman ve zamana yayılmış ilişkiler. Bir tarihe, bir dünyaya beraber göğüs germek yani. Madem hepimiz şu düzeni bozuk dünyaya doğmuşuz, birbirimizin, birilerinin hayatını kolaylaştırmaktan başka bir yaşama nedeni bulamıyorum. Bütün mesele bunu en iyi nasıl, nerede yapacağını bulmakta.
Neyse bütün bunların sonunda Gece, Melek ve Bizim Çocuklar'ı izledim. Daha önce hiç izlememiştim. Hala kafamda yer ettiğinin farkında olmadığım (tabii nasıl olacaksam şu orta sınıf hayatımda) ezberleri birer birer bozdu film. Bozdu da, yine de kızamadım onlara. Sadakatmiş, namusmuş, güvenlikmiş, kurallar, sınırlarmış hiç birinin önemi kalmıyordu hayatta kalmak zorunda olunca. Hayatta kalmanın yolu da paraydı, ama ondan da önemlisi birilerinin varlığıydı, desteğiydi, sevgisiydi. Geriye ne kalıyorsa bunları önemli bulma lüksü olmuyordu insanın. İnsanlar belki bu yüzden başkaldırmıyorlar. Sanki sevdikleri esir alınmış da, fidyesi isyan etmeden göğüs germekmiş gibi.
Belki de hepimiz esiriz, hepimiz.