Wednesday, November 04, 2015

Normal mi?*

Bir terör örgütünün bir ülkede önce 32 sivilin öldüğü, yüzden fazla sivilin yaralandığı bir saldırıyı gerçekleştirmesi, aynı örgütün iki buçuk ay sonra bu kez ülkenin başkentinde 102 sivilin öldüğü, 500'den fazla sivilin yaralandığı ülke tarihinin en büyük katliamını gerçekleştirmesi normal mi? Bu örgütün ülke içinde yeni üyeler edinmesi, örgütün üyelerinin ülkeye rahatça girip çıkması, ülke içinde dolaşması ve ülkedeki hükümetin ve güvenlik güçlerinin örgüte neredeyse sempati duyduklarını düşündürecek ölçüde müsamaha göstermeleri normal mi? Katliamdan sonra bazı örgüt hücrelerini elleriyle koymuş gibi buluvermeleri normal mi? Hükümetteki partinin mitinglerinde kuş uçurtulmazken, sol görüşlü kimselerin düzenlediği toplantı ve mitinglerde böyle patlamalar olması normal mi? Hükümetin ve cumhurbaşkanının olayla ilgili hiçbir sorumluluk kabul etmemelerinin dışında, bütün kanıtların işaret ettiği örgütün yanında başka örgütleri de suçlu ilan ederek olaydan siyasi çıkar elde etmeye çalışmaları normal mi? Bu diğer örgütlerden söz açılmışken, ülkedeki azınlığın hakları için savaştığını öne süren terör örgütüyle ülkenin güvenlik güçleri arasındaki kanlı çatışmaların, örgütün uzun bir çatışmasızlık döneminin ardından 32 sivilin öldüğü ilk saldırıya yaptığı anlaşılması güç bir 'misilleme' ile birden yeniden alevlenmesi normal mi? Bu terör örgütünün, aynı azınlığın haklarını savunan ve büyük bir başarıyla yüksek seçim barajına rağmen meclise girmiş bulunan siyasi partinin elini zayıflatacağını bile bile çatışmaları tırmandırması normal mi? Ülke tarihinin en büyük katliamından sadece yirmi gün sonra yapılan genel seçimlerde, hükümetteki partinin oy oranını beş aydan kısa bir süre önce yapılmış son seçimdekine göre neredeyse yüzde on artırması normal mi? Seçimin ardından aynı daha önce yaşanmış katliamlar ve yolsuzluk iddialarının üstü örtüldüğü gibi, iki seçim arasında yaşanan katliamlarda hükümetin ve cumhurbaşkanının sorumluluğunun bulunduğuna yönelik iddiaların birden sessizliğe gömülmesi normal mi? Hukukun bir yana bırakılarak, halktan oy aldığı sürece bu partinin ve üyelerinin aklanmış kabul edilmesi normal mi? İnsanların tüm bu olanları görmeyerek, görüyorsa da önemsemeyerek, hala bu partiye oy vermeye devam etmesi normal mi? Piyasaların seçimin ardından bayram etmesi normal mi? Hayatın hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi, bu ülkede ölenin hep öldüğüyle kalması normal mi?



*Orhan Pamuk'un Kafamda Bir Tuhaflık kitabındaki Doğru mu? bölümünden esinlendim.

Para ve güç üzerine

İnsan ancak parası varsa paranın önemsiz olduğunu iddia edebilir. Ama para önemli olan yegane şey değildir. Bu çok basit ve klişe bir laf gibi görünebilir, ancak insan Türkiye'de kendini para tek önemli şeymiş gibi yaşamaya başlamış bulabilir. Kendini parasıyla, parasıyla satın alabildiği nesnelerle (ve tecrübelerle) tanımlamakta, bunlar sayesinde özel,  önemli ve güçlü hissetmektedir, yoksa yetenekleri, emek vererek kazandığı başarıları, içten ilişkileri ve uğraşları ile değil. Vaktini paraya ve nesnelere sahip olabilmek için harcamakta, bunlar için fedakarlık yapmakta, diğer insanlarla para ve nesneler üzerinden rekabet etmektedir, onları da ancak sahip olduklarına göre sınıflamaktadır. Gençliğinde böyle düşünmeyen insanlar bile, çoluk çocuğa karıştıklarında "çocukları için en iyisini yapmanın" yolunun çok para kazanıp çok para harcamaktan geçtiğine inanmaya başlıyorlar. Bu, büyüyüp sorumluluk sahibi bir yetişkin olmakla eşdeğer görülüyor.

Paranın en önemli değer haline gelmesinin ülkedeki çoraklık ve güvensizlik hissiyle çok alakası var. Bu çoraklığı daha önceki bir yazımda şöyle anlatmışım: "Kimse insanlara nelerden mahrum kaldıklarını söylemiyor. Zor bir soruya cevap aramanın, düşünmenin, araştırmanın, cevap bulmanın, bir şeyler üretmenin verdiği tatmini bilmiyorlar. Güzel bir edebiyat metni, klasik müzik parçası ya da resim karşısında hissedilen mutluluğu bilmiyorlar. Böyle şeylerin değerini bilenler, 'kitap okuyanlar şimdi sefilleri oynuyor' diye küçümseniyor, elitizmle suçlanıyorlar. Bilim adamlarının fikri sorulmuyor, bilimsel araştırmalar desteklenmiyor, en büyük rantın inşaat sektöründe olduğu bir ortamda kimse eğitim, Ar-Ge, üretim zahmetine girmek istemiyor." Bu mutlulukları tanımayan insanlar  ancak paralarını ve parayla satın alabildikleri şeyleri yarıştırarak tatmin olabiliyorlar. Ancak lüks şeylere sahip olarak, lüks ortamlarda bulunarak kendilerini özel hissedebiliyorlar. Bu yarış onların diğer insanlarla ilişkilerini zehirliyor, ya bir mücadeleye ya da bir çıkar ilişkisine dönüştürüyor. Sonuçta istedikleri her şeye sahip olsalar bile, çoraklıktan kurtulamıyorlar.

Aslında böyle yaşayan insanlara haksızlık da yapmamak gerek. Sağlık, eğitim, güvenlik gibi hizmetlerin kamu tarafından yeterince sağlanmadığı yerlerde, insanlar kendilerini güvende hissetmek için paraya ihtiyaç duyuyorlar. Sokaklarında güvende hissetmediğiniz, hastanelerine ve okullarına güvenmediğiniz bir ülkede hayatınızın kontrolünü biraz ele alabilmek için paraya ihtiyacınız var. Ama bunların ötesinde belki de sandığınız kadar yok.

Parayı hayatınızın merkezinden çıkardığınızda, çocuğunuza maddi olanaklar ve fiziki ortamın dışında da katabileceğiniz değerli şeyler olduğunu (yeter ki vakit olsun), insanları paranın dışındaki kriterlere göre de değerlendirebileceğinizi (zaten öyle yapmanız gerektiğini) görmeye başlıyorsunuz. Bunun hayata bakışınızı ne kadar değiştirdiğine (ya da o ana kadar paranın hayata bakışınız üzerinde ne kadar büyük bir etkisi olduğuna) şaşıracaksınız. Bu yarışın içinde yer almak zorunda değilsiniz.