Sunday, October 25, 2009

Kürt sorunu

Kürt sorunu ile ilgili son tartışmalar alevleneli beri net bir fikir oluşturamadım kafamda. Sorunu iyileştirmesi beklenen çözüm paketinin içeriği henüz tam olarak belli değil, ancak bu da sessiz kalmak, bu konuda düşünmeyi ertelemek için bahane olamaz. Sorunun varlığını ve ne olduğunu bilen, sorunun ortadan kalkmasının ne anlama geldiğini de bilir. Seslendirilen (ve seslendirilemeyen) seçeneklere ani ve duygusal tepkiler vermektense, soğukkanlı bir şekilde sorunun nereden kaynaklandığına ve varılması gereken noktanın ne olduğuna karar vermek, bu kararı verdikten sonra da çözüm için atılması gereken adımları kararlılıkla atmak gerek.

Türkiye'deki Kürtlerin, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Kürtlerin derdi nedir? Adaletsizlik duygusu ve kızgınlık, insanın kendi hayatını kontrol edemediğini, yönlendiremediğini farketmesinden doğar. Ömer Laçiner, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin psikolojik nedenlerini, Birikim Dergisi'nin son sayısında çok güzel analiz ediyor. Milliyetçilik ve ayrımcılık, insanın "doğası"na, en temel ve hayvani duygularına hitap ediyor. Ancak dış siyasette ve olimpiyatlarda kullanılabilecek semboller, iç siyasetin bir aracı haline geldiğinde toplumu zehirlemeye başlıyor. Bir ülkede bir grubun bir diğerine göre (ve karşı) hissettiği üstünlük duygusu, kendi başına verdiği tatminin yanında, sosyal, siyasi ve ekonomik güce daha kolay ulaşmanın yolu. Üstünlük, imtiyazı haklı çıkarıyor. İşte bu yüzden Kürtlerin verdiği tepki hem Türk milliyetçiliğine, hem ekonomik adaletsizliğe karşı; hem Kürt milliyetçisi, hem solcu düşüncelerden besleniyor.

Çoğunlukta olmak bizlere imtiyaz sağlamıyor, Kürtlere göçmen muamelesi yapamayız. "Kendi iyilikleri" için asimile olmalarını bekleyemeyiz. Sorunun kaynağı üstünlük duygusu ise, çözümü bu duygunun yok edilmesinde. İşte bu yüzden sorunu sadece ekonomik ve askeri yollardan çözmeye çalışmak, kanseri tedavi için aspirin kullanmakla eş değer oldu. Bu yüzden kültürel hakların iadesi, üstünlük duygusunu çağrıştıran, bir grubu diğerine, bir bireyi diğerine karşı "gaza getiren" her türlü sembolün yok edilmesi bu kadar önemli. Ancak bunu kabul edersek her birey için fırsat eşitliği sağlanabilir. Bu zaman alacak, ancak aklımızdan bir an bile çıkarmamamız gereken hedef bu olmalı ki, sorunu çözebilelim.

Şimdi sorunun çözümünde "muhatab"ın kim olması gerektiği, teröristlerin "affı"nın tahayyül edilip edilemeyeceği konuşuluyor. Terör örgütüyle müzakere etme, Türk askerlerini, öğretmenlerini, doktorlarını öldürmüş insanları "affetme" fikri, bende de içgüdüsel bir tepkiye yol açıyor. Şimdiye kadar verilen kayıplar boşu boşuna mıydı? Hepimizin içinde, "bizim için", bizim imtiyazlarımızı, üstünlük duygumuzu koruyabilmek için ölmüş askerlere karşı bir suçluluk duygusu var. Halbuki soğukkanlılıkla düşündüğümüzde göreceğiz ki, suç aslında ne ölende, ne öldürendedir. Suç, ölene de, öldürene de bu emri verendedir. Suç, yıllardır milliyetçiliğe karşı durmak, insanları şiddete yönelten adaletsizliklerle yüzleşmek yerine, akıntıya kapılıp gitmeyi seçen, süre giden savaştan kendisine güç deren Türk ve Kürt liderlerdedir. Aslında yıllardır bunun ayırdına varmadığımız için, belki biraz hepimizdedir. Savaş, ona neden olan milliyetçilik duygularını daha da körükledi, sorunu iyice içinden çıkılmaz hale getirdi. Ayça Şen'in çok güzel dediği gibi, bir yerden başlamak, bir yerde durmak gerek.

Bazen bir sorunun gerçek nedenini görmek, gerçekçilik insanda çaresizlik yaratıyor. Bu kadar temel, hayvani milliyetçilik duygusuyla, onu yıllardır besleyen, yılların acısıyla beslenen savaşla nasıl başa çıkılabilir ki? Gerçekçilik, bazen hareketsizliğin, korkaklığın bahanesidir. "Tamam sorun çözülsün ama nasıl çözülecek?" deyip çaresizliğe kapılmak, sus pus oturmak korkaklıktır. Bu sorun kafalarda çözülecek. Hakkımız olmayan imtiyazlardan vazgeçebilecek kadar vicdanlı ve dürüst olabildiğimizde. O yüzden yüksek sesle konuşmak, insanları iknaya çalışmak, misyonerlik yapmak gerek.

No comments: