Sunday, May 23, 2010

Kezban'ın Eurostar'la imtihanı

Dört senelik Londra yaşantım boyunca ilk defa Eurostar'a bindim. Tam sekiz senedir doğru dürüst görmediğim lise arkadaşımı görmeye gidiyorum. (Artık eski arkadaşlarla buluşunca kullandığımız birimin "yıl" olması çok garip geliyor.) Kitabımı okuyorum güya ama içim uyuyor(muş). Pelin Batu dediyse vücudum attı herhalde. Duvarlarında Lille International yazdığı halde çok karanlık olduğu için istasyon olamayacağına karar verdiğim bir yerde durduk. Burası daha tüneldi mutlaka. (Londra metrosunda fazla seyahat etmenin sonuçları.) Beni parka çağıran bi arkadaşıma kinayeli kinayeli mesaj attım "şimdi Lille'e geldim" diye. Sonra tren hareket etti. Ben bi baktım tünelden çıkmakla kalmamışız, Fransa yamaçlarında ilerliyoruz. Çimenler dalgalanıyor dört bir yanda. Önde oturan aile gelmiş benim sırama oturmuş, benim sıramdakiler yok (artık nasıl sessiz kalkıp indilerse sinsi şeyler!).

Bu şaşkınlığım beni çok şaşırttı. Korkuttu da yani. Ben bu kafayla... Neyse kendimi yermeyeyim. (İnsan kendisi istemedikçe rezil olmazmış.) Bar vagonunda tren müdürünü buldum. (Evet burda tren müdürü var.) Adam bir sonraki istasyonun Disneyland olduğunu (trendeki bütün sinir bozucu veletlerin hedefi), bir saat sonra oraya varacağımızı söyledi, Disneyland'deki çalışma arkadaşlarına bana bedava bilet vermelerini rica eden Fransızca bir not yazdı. Telefonunu kullanabileceğimi söyledi. Disneyland istasyonundaki çok iyicil yaşlı görevli bana bedava bilet verdi. Fransız demiryollarının çok karizmatik treniyle (sessiz vagonda herkes çok sessizdi, yazı masalarında masa lambaları vardı!) Lille'e vasıl olabildim. Eurostar'a laf eden karşısında beni bulur bundan böyle. Yol boyunca bunun kaderin bi oyunu ya da bir işaret (belki yanlış trendesin demek isteniyor) olup olamayacağını düşündüm. Hiç biri değilmiş.

Lille'den aklımda şunlar kaldı: Hatırladığımdan da candan arkadaşım ve onun sevdiği, ama bırakmaktan gocunmadığı şehri. Tanıdıkların haberleri. Yemyeşil ağaçlı meydanlar. Dar arnavut kaldırımlı sokaklar, sokaklardaki şık kafeler, pastaneler, dükkanlar. Kepekli krep. Dünyanın en dar merdivenleri ve en geniş tuvaleti. İçinde modern resimler bulunan, bir yüzü modern katedral ve önündeki şarapçı. Katedrale çıkan yolda bi taşla futbol oynayan kardeşler. Katedralin karşısındaki şık kafe ve kaldırımdaki şık insanlar. Dünyanın (dışardan bakınca) en güzel müzesi. İspanyol tüccarların yaptırdığı borsanın avlusundaki sahaflar. (Evet metrolardaki Lille resimlerinde gösterilen yer burası). Sahaflardaki emlakçı. Gölgeli, yemyeşil park. Brüksel'e kadar giden kanal. Kanalın kaybolduğu yerdeki yeşil platform. Yeşil ördek ve kanal havası. Printemps. Yolun ortasında iki köpekle oturan çocuk. Eurostar'ın Lille'den geçmesi için ısrar eden zamanın Fransa başbakanı ve Lille belediye başkanı.

Eylül'de bit pazarı varmış...

No comments: