Wednesday, July 07, 2010

Eski moda

“Yaşam peşinde koşuyoruz muhafazakarca; muhafazakarlığın bir yaşam biçimi değil, bir ölüm biçimi olduğu gün gibi açıkken,” yazmış Ozan Yaşadığımız Zamanlarda.

Bense Yanlış Dala Tutunmak’ta yazmıştım: “Her şey kutsallığını kaybetse, tüm dinlerin, ideolojilerin yalanlığı kanıtlanmış olsa, tek tutunacak dalımız sevgi, arkadaşlık, aile. Ama sevgi için kapı paspası olmanın da lüzumu yok.”

Sonra Radikal’de bir kızın yazısını okuyordum bir ara. Ailesiyle fazla “yüz göz olmamayı” öğrendiğinden beri özgürleştiğini yazıyordu. Haklı. Aile muhafazakarlığın en büyük kalesi değil midir? Dinlerin, ideolojilerin, neyin doğru, neyin yanlış, neyin nasıl olması gerektiğine dair yargıların, mevcut düzen her neyse, onun sonsuza kadar yaşayabileceği bol ışıklı, ılık bir sera gibi: Sevgi, onaylanmanın, uyuşmanın verdiği sıcaklık, fedakarlık, alışkanlık, tanıdıklık, özlem, borçluluk, sorumluluk, cehalet ve biraz başkalaştığımızda, başka olmaya cesaret ettiğimizde yakamızı bırakmayan suçluluk. Çünkü ailemiz çok fedakarlık yapmıştır, onca fedakarlığın karşılığı bu mu olacaktır? Şöyle onların içini rahat ettirecek, eşlerine dostlarına gururla, hiç olmazsa rahatlıkla anlatabilecekleri bir düzen kuruversek ya? Çok uzaklaşmayalım onların limanından, yüzlerine vurmayalım. Sonra üzülürler, alınırlar. Biz de o kaleye kapanalım, o kaleyi koruyalım. Kim hangi cüretle bizim inançlarımıza, geleneklerimize laf edecekmiş?

Çünkü kuru laf geçmez o kalenin kalın, bal peteği gibi örülmüş çeperlerinden. Dinlemeyiz. Dinleyip, anlayıp, hak bile versek, çoğu kez bir şey değişmez.

Amerikan dizilerini izleyenler bilir oysa: “Arkadaşlar”ın aileleri yoktur meydanda. Arkadaşlar büyük şehirlerde, başka arkadaşlarla yaşamaktadırlar. Kendilerini ne bir yere, birilerine bağlı, ne borçlu, ne suçlu hissederler. İstedikleri yere gider, oralarda çalışırlar. Aileler hikayeye dahil oluyorsa, mutlaka görülecek bir hesap vardır; çünkü küresel dünyada ayak bağıdır aile.

Tamam da, hayatlarını “aile”ye ya da bir yere göre yaşamıyorlar, ayaklarına dolanan hiç bir şey yok diye pek bir özgür, benzersiz mi onlar? Her sabah işlerine uygun şeyler giyiyor, ofislerine gidiyor, işlerini yapıyor, aynı gazeteleri okuyor, akşamları aynı konserlere, aynı oyunlara, haftasonları aynı şehirlere gidiyorlar. Hayat onları büyük sınavlara sokmuyor, bir şey için savaşmıyorlar, kendi üstlerine gitmiyorlar hiç, suçlamıyorlar kendilerini inançlarına göre yaşayamamakla. Okudukları kitaplar, izledikleri filmler gibi bir şeyler yaratmayı umut ediyorlar günün birinde. Belki de etmiyorlar, memnunlar hayatlarından.

Belki bir benim memnun olmayan, eski moda.

No comments: