Monday, August 30, 2010

Günlük yaşamak

Bazı insanlara bakmak içimi bir anlamsızlık hissiyle dolduruyor. Mesela beyaz yakalı profesyoneller. Ya da Sibel Arna tipi "lifestyle" gazeteciler, bloggerlar. Süs bebeği kadınlar ve bu kadınlarla olmaktan gurur duyan erkekler. Miting meydanlarında hayır demeleri gereken soruya da evet dedikleri için sayın başbakanlarını mahçup eden kitleler, o başbakanın arkasından yıllar boyu esip savurduktan sonra karşısına geçince el pençe divan duruveren, iftar yemeklerine koşuveren gazeteciler. Referandumda hayır çıkmasının yabancı yatırımcıları endişelendireceğini söyleyen analistler ve maliye bakanı. Anayasa değişikliği paketinin her maddesi demokratik standartlarımızı yükselttiği için hep birlikte halkoyuna sunulmasında sakınca olmadığını iddia eden akademisyenler. Her gün bıkmadan usanmadan (ve kendisi gibi on binlercesinin varlığına aldırmadan) dolar ne olmuş, Fed ne demiş, altın güvenli bir limanmış anlatıp duran gazeteciler, analistler. Her gün bir şeyler anlatanlar, aynı şeyleri anlatanlar, o anlattığının anlamlı bir şey olduğuna kendisini de inandırmak zorunda olanlar. Bir işe yarama ihtimaline sonuna kadar direnen memurlar ve onların bütün gün bilgisayar oyunu oynayan sekreterleri. Geçen sene geçemediği sınavdan bu sene tam puan alan memur adayları. "Performans"larını baktıkları hasta sayısına göre ölçen devlete, o performans çizelgelerini şişirerek karşılık veren doktorlar. Kendileri yiyecekleri sebzeyi meyvayı, AB'ye satılacakları ve iç pazara verilecekleri tarlalarının farklı köşelerinde yetiştiren çiftçiler. Zamanlarını birbirlerine, kendilerine tehdit gördüklerine komplolar kurmakla, tuzaklar hazırlamakla geçiren polisler, hakimler, savcılar.

İçine girdikleri çemberden, yüzdükleri sudan bir an kafalarını çıkarmadan, ben kimim, ne yapıyorum, bu yaptıklarım neye hizmet ediyor, dünyada neler olup bitiyor diye bir kere sormadan hayatlarını devam ettirme gücünü kendilerinde bulabilenler. Nedir onlara bu gücü veren? Çıkacakları televizyon programı mı, bir sonraki akşam yemeği mi, bir sonraki tatil mi? Kendilerinden güçsüz, onlara muhtaç olanların dalkavukluğu mu, sabırlı sessizliği mi, göstermelik saygısı mı? Kendisine hiç muamelesi yapılmasının ne demek olduğunu bilmek mi? İnsanların en ufak tereddüde, zayıflığa karşı gösterdikleri acımasızlığa karşı, yerinde sımsıkı durma zorunluluğu mu?

Artık insanlara da, kendime de bahaneler aramıyorum. İnanmıyorum şartlar öyle gerektirmiştir, cahildir, ayakta kalmak için öyle davranmak zorunda kalmıştır. Kimbilir kendisi ne haksızlıklara uğramıştır, ezilmemek için ezmiştir, keyfine bakmıştır. Herkesin seçme şansı vardır, herkesin.

No comments: