"On beş kişilik yuvarlak masada tam iki saat tartıştık. Birbirimizi daha iyi anladık ama kimse itirazını geri çekmedi." Eyüp Can, Radikal'deki 8 Aralık tarihli Yuvarlak masadan köşeli yorumlar yazısından
New Yorker dergisinden Raffi Khatchadourian'ın 7 Haziran 2010 tarihli No secrets makalesi, Julian Assange ve ekibinin, Amerikan askerlerinin Irak'ta sivilleri öldürdüğü iki ayrı saldırının video görüntülerini yayına hazırlayışlarını anlatıyor. Assange görüntüleri Paskalya tatilinin ertesi günü Washington'daki Milli Basın Kulübü'nde gösterdikten sonra, Khatchadourian'a şöyle diyor: "Bizim gerçeğin böylesine tarafsız bir hakemi olarak görülmemiz beni şaşırttı; bu yaptığımız şeyin iyi olduğunu gösteriyor." Ancak sonra ekliyor: "Tamamen tarafsız olmak aptallıktır. Bu sokaktaki tozla öldürülen insanların hayatlarını aynı kefeye koymak anlamına gelir."
Yuvarlak masa
Daha evvel yazmıştım ki, bir kere taraf olduktan sonra düşünmeyi bırakmış olmaları Taraf gazetesini gülünç durumlara sokuyor. Ama haklarını yememek lazım, düşünmek gerçekten de taraf olmaktır. Bu gazete, tutarlılık içinde doğru bildiği yolda ilerlediği için düşük tirajına rağmen etkili olabildi. Yayınladığı darbe iddiaları, belgeler iddianamelere dönüştü, düşman bildiği pek çok insan hapiste. Kamuoyunda da bu gazetenin yazdıklarını makul bulan bir kesim var.
Amerikalı hukukçu Stanley Fish, The Trouble with Principle ("Prensiple İlgili Sorun") kitabında, liberal düşüncenin savunduğu prensiplerin içinin boş olduğunu iddia eder. Örneğin, "ifade özgürlüğü" siyaseten içi boşaltılmış bir prensiptir. Liberaller, bu prensibe bağlılıkları yüzünden asla hak vermedikleri fikirlerin, su götürür iddiaların seslendirilmesine göz yummak zorunda kalırlar. "Mutlak doğru"nun yokluğunu kabullenecek kadar aşmış olduklarından, çoğu zaman değer yargılarına varmaktan bile çekinirler. Karşılarındakilerin ise hiç öyle bir derdi yoktur, beğenmediklerini kaba kuvvetle susturmakta beis görmezler.
Fish liberalleri eleştiriyor, ama muhafazakar değil. Aslında liberallerin görüşlerini paylaşıyor. Örneğin Amerika'da siyah öğrencilerin daha düşük not ortalamalarıyla üniversitelere girebilmesini sağlayan pozitif ayrımcılık ("affirmative action") politikalarını destekliyor. Ama liberallerin metodlarını eleştiriyor, onları biraz daha gerçekçi olmaya çağırıyor: Diyor ki, siz bu kadar hoşgörülü, bu kadar "siyaseten doğrucu", bu kadar tereddütlü olursanız hiç bir şey yapamazsınız, hiç bir şeyi değiştiremezsiniz. Dünyada iyi ya da kötü, kıymet-i harbiyesi olan ne yapılıyorsa, hala onu yapanın gücü yettiği için yapılıyor. Mücadele ederek yapılıyor. Siz de önce şu köşeye bir oturun da, sizin için neyin doğru, neyin yanlış olduğuna bir karar verin. Sonra da bir şeyleri değiştirmek için güç toplamaya, mücadele etmeye başlayın. İfade özgürlüğü için bile mücadele vermeniz gerekiyor.
Bütün bunlar Eyüp Can'ın bugünkü yazısını ve ona yapılan yorumları okuyunca yeniden aklıma geldi. Dünkü yazısında Can, başbakanın rektörlerle buluşmasını protesto etmek üzere yola çıkan gençlerin, Dolmabahçe'ye varmadan çok önce durdurulup şiddet görmesinden hareketle, sadece orantısız güce değil, "orantısız eylem"e de karşı çıkıyor. Okurlar da haklı olarak soruyorlar: Dayak yiyen bir kızın resmini tam sayfa basıp "ne hakla?" diye sorarken mi samimiydin, yoksa "öyle de olabülür, böyle de olabülür" mealinden bu satırları yazarken mi? Yazdığın hiç bir şey, hiç bir işe yaramadı.
Bugünse Can, "yuvarlak masalarındaki" yazı işleri toplantısı sırasında, arkadaşlarının dünkü yazısını nasıl eleştirdiklerini anlatıyor. Radikal'de de sorun bu işte: Her görüşe saygılı olacağız diye, "saygılı" olmaktan başka bir vasfı, duruşu olmayan, "yuvarlak", tanımlanamayan bir gazete. Karşıt görüşler birbirini götürüyor. Belki de amaçları buydu başından beri.
İtiraf ediyorum, hamile bir öğrencinin dayak yediğini okuduğumda ilk tepkim, "o kızın orda ne işi varmış" oldu. Ama arayacak olsak kurbana kabahat, suçluya bahane bulabiliriz rahatça. Sadece hamile kızın değil, öğrencilerden herhangi birinin neden evinden çıktığını sorabiliriz. Ama o suçun orada işlenmiş olmasının aslında tek nedeni vardır: Suçlu, suçun işlendiği yerde ve anda kurbana zarar verebilecek kadar güçlüdür ve bunu seçmiştir. Bu gerçeği sulandırmak suçluyu daha güçlü, kurbanı daha zayıf kılar. Bu tavır, bir gazeteciye yakışmaz.
No comments:
Post a Comment