Ateş topu
Geçen gün televizyonda Brahms'ın 3. senfonisini duyduk. Annem Ingrid Bergman'ın Aimez-vous Brahms? filmini hatırladı, sonra Abbas Kiarostami'nin Juliette Binoche'lu filmi Aslı Gibidir'i hatırladık ve bir kadın ve bir erkeğin mutlu bir gün boyu güzel bir şehirde dolaşıp sohbet ettiği A Brief Encounter ve Before Sunrise'ı. Annem "insanların henüz birbirinin sorumluluğunu almadığı" o devrenin ne kadar güzel olduğunu söyledi. Bense elimde bir ateş topu gibi gezdirdiğim hayatımın sorumluluğunu birine atmaya ne kadar hazır olduğumu farkettim. Halbuki beş yıl önce, bu blogu yazmaya ilk başladığımda farkındaydım insanın bunu yapmaması gerektiğinin. İnanmazsanız buyrun okuyun. Aynen şöyle yazmışım:
"Özgürlük, insanın kendi mutluluğunun sorumluluğunu taşıyabilmesiyle başlar. Pek çok insan sırf bu sorumluluğu taşımaktan korktuğu için özgürlüğünü erteler. Özgürlüğün yükünü hafifletebilmek için başka insanların ya da koşulların onlar yerine karar vermesine izin verirler. Eğer sonuçta mutsuz olurlarsa o başka insanları, koşulları, kaderi, kartları suçlarlar. Ama aslında özgürlüğünü birine terketmek, insanın kendi kararıdır. Herkesin hayatı kendi sorumluluğundadır. Benimki de..."
Mesele sadece insanın kendi mutluluğunun sorumluluğunu taşıyabilmesi de değil. Mutluluğun kendisi de bir ateş topu; onu taşıyabilmek de ayrı mesele. Bir yandan bize verilen bu hediyeyi kaybetme korkusu, bir yandan bizim kadar şanslı olmayanlara karşı duyduğumuz vicdan azabı rahat vermez. Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur romanında şöyle der:
"Mümtaz, Nuran'ı her eve bırakışında bunu sonuncu zannederek korkardı. Ona göre ruhun en az tahammül edeceği şey saadettir. Istırabın içinden geçeriz. Tıpkı çalılık, taşlık bir yolda yürür, bir bataklıktan kurtulmağa çalışır gibi ondan sıyrılmaya çalışırız. Fakat saadeti bir yük gibi taşırız ve bir gün farkında olmadan yolun bir ucunda, bir köşeye bırakıveririz." (sf. 209)
No comments:
Post a Comment