Tuesday, December 12, 2006

A very very true piece from Turkish columnist Hasmet Babaoglu, 26.11.2006:

http://www2.vatanim.com.tr/root.vatan?exec=yazardetay&sid=&Newsid=94839&Categoryid=4&wid=9


Aşk, iş hayatı ve modern zamanlar

“Hoşçakal sakin kafam, Hoşçakal kanaatkâr ruhum...” Bilin bakalım Shakespeare ne zaman söyletir bu sözleri Othello’ya? Ülke yönetmeye kalkışmadan biraz önce mi? Ticarete girip hesapları karıştırdığında mı? En yakın dostlarının ihanet ettiğini anladığında mı? Hayır! Hayır!

***

Aşk kapıyı çaldığında böyle seslenir Othello. Çünkü bilir; aşk hem çok ateşli hem çok kırılgandır. Sanıldığının aksine huzurla değil, huzursuzlukla kardeştir. Ve aşk mutluluk değildir; âşık olunanın varlığından mutlu olmaktır. Peki modern insan nasıl? Biliyoruz... Onca “kendiyle barışık olma” arayışına; parayla saadet satın alma kültürüne; Ferrarisini satıp bilge olma gevezeliğine karşın modern insanın ne kafası sakin, ne de ruhu kanaatkâr! Ne zihni durmak biliyor modern insanın, ne de ruhu doymak! O halde... Shakespeare’in ünlü kahramanı gibi hepimiz âşık mıyız?Kalplerimizdeki bu bitmek tükenmek bilmeyen kımıltı, aşk yüzünden mi? Bir bakıma, evet! Ama durun, durun...Öyle değil. Othello gibi değil yani... Modern insan âşık ama işine âşık! Şunları bir düşünün bakalım. Yoğun arzu, tutku ve bağlılık, kalp kırıklıkları, mutluluk ve mutsuzluk med cezirleri, kuşku nöbetleri, ateşli sayıklamalar... Bütün bunları modern insan nerede yaşıyor?Çalışma hayatında yaşıyor daha çok. Sevdiği tarafından terk edilmeyi kaldırabiliyor ama iki yıldır beklediği terfi gelmeyince kendini “terk edilmiş” hissedip yataklara düşüyor. Geceleri uyuyamıyor; aklı hep işinde oluyor; işiyle sevişiyor. Tatminsizlik bütün ruhunu sarıyor, bütün eylemlerini yönetiyor. Kıskançlıklar, kuşkular, hayal kırıklıkları deseniz... Neredeyse hepsi işiyle, işyerindekilerle ilgili.

***

O halde gerçek aşka ne kalıyor? Hadi aşkı da geçtik ama aşka benzer flörtlere; içinde bir parça aşk olsun diye adaklar adadığımız ilişkilere ne kalıyor? Pek bir şey kalmıyor. O durumda kimse kimsenin kafasını bozmasın; çok “arıza” çıkmasın isteniyor. (Oysa aşk başlıbaşına “arıza”dır, bu dünyaya başka bir dünyadan “emanet” ciddi bir uyumsuzdur; tersini söyleyen yalancıdır.) Acaba aşk şarkılarına, aşk şiirlerine vurgun fakat kendini üstünkörü flörtlerin; akılcı beraberliklerin; “seviyeli” evliliklerin sakin denizlerine bırakmayı tercih eden insanlar olmamızın nedeni bu mu? Enerjimizin başka bir alanda tükenip gitmesi mi sebep?

***

Aşk meşk denilen şey, kabul edelim ki çoktan işten arta kalan zamanlarımızda hoşnutluk-haz-kafa dinleme-eğlenme kaynağımız olup çıktı. Ağır rekabete dayalı iş hayatı ve başarı kültürü içimizdeki binlerce yıllık “ateşi” yavaş yavaş kendi alanına çekiyor. Şiirler direniyor bir tek! Ama dikkat edin; şiir sevgisiyle dalga geçen “akılcı”lar da çoğalıyor. Şarkılar direniyor bazen. Ama damardan şarkıları hor gören; müziği oyalanma vasıtası olarak değerlendirenlerin alaycılığı baskın çıkmaya başlıyor.

***

Tablo açık. Ekonomi global, aşk git gide yerel. Arzular zengin ve dizginlerinden kopmuş, aşk yoksul ve zincirlenmiş. Hayat genel, aşk istisna. Herkes yalandan bilge, aşk hâlâ deli divane. Göreceğiz bakalım, ne olacak sonu(muz)?

******

For those who don't speak Turkish (I love to overlook "0 comments" and pretend I actually have a readership!)... He says that we long for the true love that is described in songs and poems, but we try to avoid all the imbalances, disappointments and "defect"s it might bring to our lives. We want to remain level-headed, keep our peace of mind and stay focused to our work, and reduce love to a fun leisurely activity. Therefore we prefer "superficial flirtations, reasonable relationships, measured marriages..." Cynicism saves us from getting carried away.

The last part deserves direct translation: "Economy is global, love is local. Desires are rich and unbridled, love is poor and chained. Life is the norm, love is the exception."

No comments: