Monday, August 13, 2007

Hafıza
“Hafıza,” diye yazmıştı bir köşe yazısında Celal, “bir bahçedir.” sf. 11.
“Uykunun huzuruna gömülmüş Rüya’nın kapıları kapalı bahçesinin söğütleri, akasyaları, asmalı gülleri ve güneşi altında gezinmek isterdi şimdi. Orada karşılaşacağı suratlardan utançla korkarak: Sen de mi buradaydın, merhaba! Bilip bekledigi tatsız anılar kadar, beklemediği erkek gölgelerini de merak ve acıyla görerek: Afedersiniz kardeşim, siz karımla nerede rastlaşmış ya da tanışmıştınız?” sf. 11
“Hayalinde kendisini arayan Rüya’nın yerine kendini koymuştu ki, yokluğunun acılarını Rüya nasıl hissediyor daha iyi anlayabilsin!.. Çok sonra, çocukluğun sonsuzluğu kadar uzun süren bir bekleyişten sonra, Galip, sabırsızlıkla ve asıl kendisinin sabırsızlığa yenildiğini düşünmeden birden dolabın üstünden inip gözlerini soluk lambaların ışığına alıştırıp, bu sefer kendisi, apartmanda Rüya’yı aramaya başlamıştı.
...
Kaçırdığı hayat parçacığı neredeydi?
...
“Beyoğlu’nda bir muhallebiciye oturmuştum; sırf kalabalık içersinde olmak için; ama cumartesi akşamının o sonsuzluk saatini doldurmaya çalışan benim gibi biriyle gözgöze gelirim diye kimseye de bakmıyordum: Benim gibi olanlar, birbirlerini hemen tanır ve küçümserler çünkü.” sf. 138.
“Gözlerini kısıp uzaktaki bir noktaya bakarken başka bir yere gittiğini, başka bir şey düşündüğünü anlayınca seni endişeyle severdim. Aklının içindekilerin bildiğim kadarını ve daha çok da bilmediğim kadarını korkuyla korkuyla severdim, Allahım!” sf. 145.
“Kimselere gözükmeden gizlice gittiğim randevuevlerinde, orospular öylelerine daha iyi davranıyorlar diye, yakın geçmişte başımdan korkunç ve umutsuz bir aşk macerası geçmiş bir umutsuz gibi yaptığımı hatırladım.” sf. 181.
“Sessizlerin, anlatmayı bilmeyenlerin, kendini dinletemeyenlerin, önemli gözükmeyenlerin, dilsizlerin, o iyi cevabı hep olaydan sonra evde düşünenlerin, insanların hikayelerini merak etmediği o kişilerin yüzleri diğerlerinden daha anlamlı, daha dolu değil mi? Sanki anlatamadıkları hikayelerin harfleriyle kaynaşıyor bu yüzler, sanki sessizliğin, ezikliğin, hatta yenilginin işaretleri var onlarda.” sf. 263.
“Hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma. Hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına. Hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerde resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna. Hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. Hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine.” sf. 326.
“Bunlar, eli sıkı, hesaplı kişilerdi; ne içerken dünyayı unutabilirlerdi, ne de sevişirken; her şeyi bir düzene sokma saplantıları onları başarısız bir dost ve basarısız bir aşık yapardı yalnızca.” sf. 383.
“Fotoğrafının çekildiğini bilmeyen on beş yaşındaki Rüya, yanında bir kase leblebi, üzerinde basmadan kolsuz bir elbise, açık pencereden üzerine güneş vuran bir gazeteye eğilmiş, yüzünde Galip’e her zaman dışarıda bırakıldığını korkuyla sezdiren bir ifadeyle, bir yandan saçlarını çekiştiriyor, bir yandan da silgisini ısırdığı kalemle bilmece çözüyor.” sf. 389.
“Şehzade Osman Celalettin Efendi, düşüncelerinin ve kendi iradesinin saflığını bozan anılarıyla boğuşmak için kasrındaki bütün koku kaynaklarını kurutmuş, tanıdığı bütün eşyaları ve elbiseleri yok etmiş, müzik denen uyuşturucu sanatla ve hiç çalmadığı beyaz piyanosuyla ilişkisini kesmiş ve kasrının bütün odalarını beyaza boyatmıştı.” sf. 411.
“’Şehzade Osman Celalettin Efendi, ona aşık olamayacağına inandığı için korkusuzca Leyla Hanım’a yüreğini açabilmişti...’ ... ‘Ama korkusuzca ona yüreğimi açabildiğim tek kadın olduğu için de hemen ona aşık oldum.
...
Leyla Hanım’ın ölümünden sonra, üzüldüğünü ve özgürleştiğini yazdırmıştı Şehzade.” sf. 415.
“Otelden çıkıp bindiği takside şoför bir hikaye anlatmaya başladı. İnsanın ancak hikaye anlatarak kendisi olabileceğini anladığı için Galip şoförün anlattıklarını hoşgörüyle dinliyordu.” sf. 420.
Kara Kitap

No comments: