Thursday, June 06, 2013

O kadar da boş değilmişiz

1.
"Günün birinde bir kitap yazarsam, bir Pazar günü Brick Lane'de başlayacak. Kaldırımlarda incik boncuk, eski plaklar, kitaplar, ayakkabılar satılıyor. Funk müzik duyulacak tezgahlardan, ikinci el mağazalar sıkış tıkış, deri ve rutubet kokacak. Ara sokaklarda boyalı, temiz mağazalarda ufak objeler. Publar tıklım tıklım dolu, insanlar köpük tabaklardan köri yiyecek, dalgın yürüyüp konuşacaklar. Gözler gittikçe bulutlanacak. Güya hiç bir şeye pabuç bırakmayacaklar - ne küçük ödüller kandırabilecek onları, ne kimseyi dinlemek, bir kurala uymak zorunda hissedecekler. Annelerinden ne kadar farklılar. Ralph Lauren değil All Saints giyiyorlar. Ne iş yapıyor olurlarsa olsunlar konserleri, filmleri, kitapları takip ediyor, kendileri de bir şeyler yazıyorlar, bir grupta çalıyorlar. Ama şimdi sırası değil. Onlar şimdi tatildeler, düşünceden özgürler. Kendilerinden ne kadar da eminler.

Acaba sırf benim içimdeki boşluk mu bu, hepimizinki mi?

Halbuki biz oyuna gelmezdik, ayaklarımıza hiç bir şeyin dolaşmasına izin vermezdik. Her şeyden şüphe ederdik: Ne dine inanırdık, ne kadere, ne anne babalarımıza, ne aşka, ne bir şeyin değişebileceğine ya da değişmesi gerektiğine. Hem köksüzlükten şikayet eder, hem hiç bir yerde kalamazdık. Boyun eğmekle gelecek mutluluk bizden uzak olsun! O mutlak özgürlüğümüze halel getirecek bir şeyi istediğimizi sanmak en büyük korkumuz. Biz kimseye hizmet etmeyecektik, kimseye hükmetmeyecektik, kendimize karışılmasına nasıl tahammül edemiyorsak, kimseye de karışmayacaktık…

Düşünce Özgürlüğü, Kasım 2009

2.
Amerikalı hukukçu Stanley Fish, The Trouble with Principle ("Prensiple İlgili Sorun") kitabında, liberal düşüncenin savunduğu prensiplerin içinin boş olduğunu iddia eder. Örneğin, "ifade özgürlüğü" siyaseten içi boşaltılmış bir prensiptir. Liberaller, bu prensibe bağlılıkları yüzünden asla hak vermedikleri fikirlerin, su götürür iddiaların seslendirilmesine göz yummak zorunda kalırlar. "Mutlak doğru"nun yokluğunu kabullenecek kadar aşmış olduklarından, çoğu zaman değer yargılarına varmaktan bile çekinirler. Karşılarındakilerin ise hiç öyle bir derdi yoktur, beğenmediklerini kaba kuvvetle susturmakta beis görmezler.

Fish liberalleri eleştiriyor, ama muhafazakar değil. Aslında liberallerin görüşlerini paylaşıyor. Örneğin Amerika'da siyah öğrencilerin daha düşük not ortalamalarıyla üniversitelere girebilmesini sağlayan pozitif ayrımcılık ("affirmative action") politikalarını destekliyor. Ama liberallerin metodlarını eleştiriyor, onları biraz daha gerçekçi olmaya çağırıyor: Diyor ki, siz bu kadar hoşgörülü, bu kadar "siyaseten doğrucu", bu kadar tereddütlü olursanız hiç bir şey yapamazsınız, hiç bir şeyi değiştiremezsiniz. Dünyada iyi ya da kötü, kıymet-i harbiyesi olan ne yapılıyorsa, hala onu yapanın gücü yettiği için yapılıyor. Mücadele ederek yapılıyor. Siz de önce şu köşeye bir oturun da, sizin için neyin doğru, neyin yanlış olduğuna bir karar verin. Sonra da bir şeyleri değiştirmek için güç toplamaya, mücadele etmeye başlayın. İfade özgürlüğü için bile mücadele vermeniz gerekiyor.

Yuvarlak Masa, Aralık 2010


3.
Apolitik gençlik efsanesi yıkıldı

En yaygın, kabullenilmesi en kolay efsaneydi bugünün gençliğinin apolitik olduğu. Zaman ve mekandan bağımsız, ritmi hızlanmış yeni gündelik hayatı anlamaya çalışmadan herkes bu efsaneye sarıldı. Örgüt, hiyerarşi, örgüt disiplini gibi kavramlarla büyümüş ve yaşamış kuşakların anladığı siyaset yapma tarzı bugüne uygun değil. Şube binalarına sıkıştırılmış hayatı, ne slogan atacağını, ne yapacağını hiyerarşi içinde büyüklerin kararlaştırdığı eylemleriyle geleneksel politikada ısrar etmek asıl bugünün apolitikliğiydi. Sonu gelmez toplantılar, uzlaşmanın değil uzlaşmazlığın hedeflendiği tartışmalar, muhalefet ettiği devletten geri kalmayan tek tipçilik bugünün gençlerine göre olmadı hiçbir zaman. Ama değişeni anlamak yerine apolitik gençlik efsanesi herkesin kolayına geldi.

Giderek büyüyen direniş sırasında ve olaylar bittiğinde sokaklar, meydanlar gençliğindi. Doğrudan bir örgütlenmeye ait olmadan anlık sokak örgütlenmeleriyle, tüm farklılıklarıyla, tüm yaşam sevinçleriyle gençlerin ve kadınların eylemi ve direnişiydi olanlar. En sert polis müdahalelerinin olduğu sırada bile gençler ve kadınlar en öndeydi.

Gençlerin ve kadınların politika yapmaktan anladıklarının önceki tanımlara uymadığı da böylece anlaşılmış oldu. Onlar “feda kültürüyle” ve “söze dayalı” politika yapmak yerine, “haz alarak” ve “eylemlilik” içinde bir başka tarzdan politika yapıyorlar.

Gezi Parkı direnişinden çıkan beş ders," Bekir Ağırdır, 03.06.2013

No comments: