Friday, April 04, 2014

Gerçeğin gaspı

Adaleti sağlamak için atılması gereken ilk adım, gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Adaletsizliğin arkasında ise gizlenen gerçekler vardır. Yalan, hile, iftira ve çarpıtma, “algı yönetimi” olarak adlandırılıp sadece maruz görülebilir değil, sonuç alındığı sürece mübah bir araca dönüştü ülkemizde. “Gerçekte ne olduğunu” sorup hak aramak ise anarşistlik sayılıyor. Her geçen gün yeni bir felaket, yeni bir skandal ortaya çıkıyor ve bizler, cevabı ve hesabı verilmemiş öncekileri bir kenara koyup yeni olaya hayret ediyor, onunla başetmeye çalışıyoruz. Belki şimdiye kadar olan bitenden hayati şekilde etkilenmiş değiliz, ama bu sis ve gaz bulutunun içinde her an bizim de başımıza bir şey gelebileceğinin ve kim vurduya gitmiş olacağımızın farkındayız. Hiçbir kuruma güvenmiyoruz, bizimle aynı durumdaki arkadaşlarımız dışında tutunabilecek dalımız yok.


Sadece son birkaç yılın olayları içinde aklıma bir çırpıda gelenleri yazacağım.
Bir yanda devletin koruması gerekirken bizzat öldürüp, yaralayıp hesap vermedikleri var: Gezi olayları sırasında ölenler, gözlerini kaybedenler, Uludere’de ölenler, Hrant Dink… Devletin bizzat öldürmediği, ama yanlış politikalar ya da ihmaller sonucu ölenler var, ama gerçek ortaya çıkarılmadığı için tam olarak nasıl olduğunu da bilmiyoruz: Afyon’daki mühimmat patlamasında, Reyhanlı’da, Suriye sınırında ölenler böyle öldüler. Devlet içinde bulundukları tehlikeyi ciddiye almadığı için cinayete kurban giden kadınlar da öyle. Bizim devlet politikalarımız yüzünden Suriye’de ölenleri, evinden yerinden olup ülkemize gelip perişan koşullarda yaşayanları da unutmamak lazım tabii.
Diğer yanda Ergenekon, Balyoz, KCK, Oda TV gibi davalarda uyduruk delillerle hapse atılanlar, yıllarını hapiste geçirenler, tutukluluk süresi beş yıla düşürüldüğü halde hapisten çıkarılmayanlar var. Sırf sanıklardan hoşlanmıyorlar diye bütün bunlara göz yumanlar, bahane üretenler var. Buna karşılık ortaya saçılan yolsuzluk iddialarının muhataplarına kimse hesap soramıyor.
Bu kadar hayati şekilde olmasa da, aslında hepimiz “gerçeğin gaspından” etkileniyoruz. Bir ihalede yapılacak iş için en uygun şirketin hangisi, bir okul ya da iş pozisyonu için açılan sınavda en uygun adayın kim olduğu, objektif bir değerlendirmeyle belirlenebilir. Oysa ihaleleri hükümete yakın
şirketler alıyor, sınav soruları bazı adaylara sızdırılıyor, mülakatlarda bazı adaylar seçiliyor. Tüm bu haksızlıklardan etkilenmeyen kimsenin kaldığını sanmıyorum. Hükümetten ve hükümetin kontrol ettiği medya kuruluşlarından Kabataş olayı gibi yalanlar dinliyoruz. Tarafsızlık kisvesiyle televizyona çıkarılan iktidara yakın yorumcuların, "akademisyenlerin" gerçeği çarpıtmasına izin veriliyor. 30 Mart yerel seçimlerinde ise hükümetin sandık görevlileri, Yüksek Seçim Kurulu ve Anadolu Ajansı aracılığıyla oyların sayımına ve raporlanmasına müdahale ettiğini gördük. Ankara örneğinde müdahale doğrudan gerçekleşmiş gibi görünüyor. Yani seçimlerde ilan edilen sonuçlar gerçeği yansıtmadı; bir ağız tadıyla kaybetmemize bile izin vermediler.
Gerçeği güçlünün belirlediği, “üretilmiş gerçeğin” gerçekliğinin ona inananların (ya da bunları dert etmeyenlerin) sayısının çokluğuyla ispat edildiği, bu çokluk karşısında gerçeğin öneminin kalmadığı, bu çokluğun tespiti sırasında bile hileler yapıldığı bir dönemdeyiz. Elimizde kalan tek gerçek bu belki de.

No comments: