Sadece son birkaç yılın olayları içinde aklıma bir
çırpıda gelenleri yazacağım.
Bir yanda devletin koruması gerekirken bizzat öldürüp,
yaralayıp hesap vermedikleri var: Gezi olayları sırasında ölenler, gözlerini
kaybedenler, Uludere’de ölenler, Hrant Dink… Devletin bizzat öldürmediği, ama
yanlış politikalar ya da ihmaller sonucu ölenler var, ama gerçek ortaya
çıkarılmadığı için tam olarak nasıl olduğunu da bilmiyoruz: Afyon’daki mühimmat
patlamasında, Reyhanlı’da, Suriye sınırında ölenler böyle öldüler. Devlet
içinde bulundukları tehlikeyi ciddiye almadığı için cinayete kurban giden
kadınlar da öyle. Bizim devlet politikalarımız yüzünden Suriye’de ölenleri, evinden
yerinden olup ülkemize gelip perişan koşullarda yaşayanları da unutmamak lazım
tabii.
Diğer yanda Ergenekon, Balyoz, KCK, Oda TV gibi davalarda
uyduruk delillerle hapse atılanlar, yıllarını hapiste geçirenler, tutukluluk
süresi beş yıla düşürüldüğü halde hapisten çıkarılmayanlar var. Sırf
sanıklardan hoşlanmıyorlar diye bütün bunlara göz yumanlar, bahane üretenler
var. Buna karşılık ortaya saçılan yolsuzluk iddialarının muhataplarına kimse
hesap soramıyor.
Bu kadar hayati şekilde olmasa da, aslında hepimiz “gerçeğin
gaspından” etkileniyoruz. Bir ihalede yapılacak iş için en uygun şirketin
hangisi, bir okul ya da iş pozisyonu için açılan sınavda en uygun adayın kim
olduğu, objektif bir değerlendirmeyle belirlenebilir. Oysa ihaleleri hükümete
yakın
şirketler alıyor, sınav soruları bazı adaylara sızdırılıyor, mülakatlarda bazı adaylar seçiliyor. Tüm bu haksızlıklardan etkilenmeyen kimsenin kaldığını sanmıyorum. Hükümetten ve hükümetin kontrol ettiği medya kuruluşlarından Kabataş olayı gibi yalanlar dinliyoruz. Tarafsızlık kisvesiyle televizyona çıkarılan iktidara yakın yorumcuların, "akademisyenlerin" gerçeği çarpıtmasına izin veriliyor. 30 Mart yerel seçimlerinde ise hükümetin sandık görevlileri, Yüksek Seçim Kurulu ve Anadolu Ajansı aracılığıyla oyların sayımına ve raporlanmasına müdahale ettiğini gördük. Ankara örneğinde müdahale doğrudan gerçekleşmiş gibi görünüyor. Yani seçimlerde ilan edilen sonuçlar gerçeği yansıtmadı; bir ağız tadıyla kaybetmemize bile izin vermediler.
şirketler alıyor, sınav soruları bazı adaylara sızdırılıyor, mülakatlarda bazı adaylar seçiliyor. Tüm bu haksızlıklardan etkilenmeyen kimsenin kaldığını sanmıyorum. Hükümetten ve hükümetin kontrol ettiği medya kuruluşlarından Kabataş olayı gibi yalanlar dinliyoruz. Tarafsızlık kisvesiyle televizyona çıkarılan iktidara yakın yorumcuların, "akademisyenlerin" gerçeği çarpıtmasına izin veriliyor. 30 Mart yerel seçimlerinde ise hükümetin sandık görevlileri, Yüksek Seçim Kurulu ve Anadolu Ajansı aracılığıyla oyların sayımına ve raporlanmasına müdahale ettiğini gördük. Ankara örneğinde müdahale doğrudan gerçekleşmiş gibi görünüyor. Yani seçimlerde ilan edilen sonuçlar gerçeği yansıtmadı; bir ağız tadıyla kaybetmemize bile izin vermediler.
Gerçeği güçlünün belirlediği, “üretilmiş gerçeğin”
gerçekliğinin ona inananların (ya da bunları dert etmeyenlerin) sayısının
çokluğuyla ispat edildiği, bu çokluk karşısında gerçeğin öneminin kalmadığı, bu
çokluğun tespiti sırasında bile hileler yapıldığı bir dönemdeyiz. Elimizde
kalan tek gerçek bu belki de.
No comments:
Post a Comment