Ben bu eşiği anne
olunca geçtim.
The struggle of man against power is the struggle of memory against forgetting. Milan Kundera.
Wednesday, March 25, 2015
Sıradanlığın olağanüstülüğü
İnsanların, onu
geçtiklerinde ideallerine göre yaşamadıkları için artık yerinmeyecekleri,
yaşadıkları hayatın beğenmedikleri taraflarının geçici olduğuna, aslında çok
daha fazlasını yapabilecek potansiyele sahip olduklarına, daha güçlü/dirayetli
olabildiklerinde kendilerine yakıştırdıkları gibi davranabileceklerine, büyük
ve kalıcı eserler bırakabileceklerine olan inançlarını geride bıraktıkları bir
sınır, bir eşik olmalıydı bana göre. İnsanların hiç değilse bir kısmının
hayatında vardı böyle bir eşik. Bu insanlar ya bu eşiğin gerisinde, ya da
ötesinde yaşıyor, bu eşiği aşanlar kendilerini yaşadıkları hayata
kaptırabiliyordu. Buna kabullenme de deniyordu. Belki de o eşiği aşanlar, henüz
kendi değer yargılarını oluşturmadıkları için etraflarına mutlulukla uyum
sağlayabildikleri, sevilen bir çocuk, başarılı bir öğrenci olmaya gönül
rahatlığıyla çabalayabildikleri o masum çocukluk günlerine geri dönüyorlardı.
Bütün bu sorgulamaları hiç yapmadan neyin doğru olduğunu bilen “sıradan” insanların
hayatına benzer bir hayat kurabilmişlerse, kendilerini şanslı sayıyor, aslında
böyle bir hayatın ne kadar zor olduğunu, ne kadar emek istediğini, mutlulukla
dolu olduğunu ve bu yüzden çok değerli olduğunu ve özellikle bizimki gibi
üçüncü dünya ülkelerinde pamuk ipliğine bağlı olduğunu (Allah korusun) anlıyor,
böylece o eşiği bir daha dönmemek üzere gerçekten aşmış oluyorlardı. Böylece
büyümüş oluyorlardı. O zaman milyonlarca ev gibi olan evlerinin içindeki
dünyayı her gün yeniden kuruyor, milyonlarca çocuk gibi olan çocuklarını
olağanüstü buluyor ve çok seviyor, milyonlarca iş gibi olan işlerinin
gerektirdiği zeka pırıltılarını farkedip şevkle yapıyorlardı. O zaman
milyonlarca evin, ofisin içinde yaşanan hayatın kendilerininkine benzediğini, insanların
benzer şeyleri isteyip benzer şeylerden korktuklarını, milyonlarca çocuğun (ve
insanın ve hayvanın ve güzel ve savunmasız olan her şeyin) kendi çocukları gibi
güzel ve savunmasız olduğunu, her hayat için ne kadar emek harcandığını ve her
hayatın ne kadar değerli olduğunu anlıyorlardı. O zaman dünyayı, yaşamaya ve
sevgiyle bağlandıkları canlıları yaşatmaya uğraşan canlıların döndürdüğünü,
hayatın anlamının da yaşamak ve birbirini yaşatmak olduğunu anlıyorlardı. Bunu
anlayınca hem şükrediyor, hem de hayatı ucuz bir şey gibi görenlerden,
duraksamadan başkalarının canını, hakkını alabilenlerden daha içten nefret
ediyorlardı.
Labels:
Love,
Meaning,
Motherhood,
Ordinary-ness,
Türkçe,
Work
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
1 comment:
Sıradan ama çok değerli bir hayatım var bilgisine ulaşmışsan,o hayat zaten sıradan değildir artık.
Post a Comment