Birkaç örnek
vereyim belki beni daha iyi anlarsınız.
1)
Sınıf
bilinci: Burada sınıf
bilinciyle ilgili pek çok yazı yazmıştım. Ancak “emekçi” insanların hepsi
dürüst, iyi niyetli ve mazlum değil. Bunun böyle olmadığını, kendi çevrenizin
dışındaki insanlarla biraz vakit geçirince gayet iyi anlıyorsunuz. Bakıcılarla
olan tecrübelerim, insanların kolayca yalan söyleyebildiğini ve bundan ahlaki
olarak hiç rahatsız olmadığını gösterdi. Siz ne kadar geri adım atarsanız, onlar
kendi isteklerini o kadar rahat dayatabiliyorlar. (Gerçi bu eğilimi sadece
yanınızda çalışan insanlarda değil, en yakınlarınızda da rahatlıkla
görebilirsiniz.)
Belki de rahat büyümüş, en azından çocukluklarında isteklerini elde etmek
için mücadele etmek zorunda olmamış benim gibi insanlar, kendileri kadar şanslı
olmayanlara karşı böyle peşin hüküm vermemeliler. Ancak annelik hayattaki
sorumluluklarımı öyle çok ve aniden arttırdı ki, insanlara her zaman anlayışla
yaklaşamıyorum. İş ahlakı ve iyi niyete çok ihtiyaç var. Sadece işverenler için
değil, çalışanlar için de geçerli bu.
2)
Alışveriş
merkezleri kurtarıcıdır: Mecbur
kalmadıkça alışveriş yapmayı sevmem ve eskiden beri alışveriş merkezlerini
sıkıcı bulurum. Ancak pusetle sokaklarda gezinmeyi deneyin bakalım… Yol
üzerinde bir restorana-cafeye oturun ve çocuğunuzun altını değiştirmeye çalışın
bakalım. Arka koltukta ağlayan bir bebekle park yeri arayın bakalım. Ya da
araba kullanmayıp toplu taşıma araçlarını ya da taksileri kullanmakta direnin
bakalım. Alışveriş merkezleri, gerçek bir ihtiyaçtan doğmuş ve insanların
sokaklarda gezmektense AVM’leri tercih etmelerinin bir sebebi var. Tabii ki
gönül güzel parkların, geniş kaldırımlı bulvarların, restoran/cafelerde bebek
bakım odalarının yaygınlaşmasını ister, ancak şu an için dışarı çıkıp biraz
kafasını dağıtmak isteyen bir annenin elindeki en rahat seçenek AVM’ler. Zaten
annelik sizin bir şeyleri prensip edinip de, bu prensipler uğruna bir şeyleri
protesto/boykot etmenize izin vermiyor. Günü mümkün olduğunca düzgün bir
psikoloji ve sağlığı/keyfi yerinde bir bebekle atlatmaya çalışıyorsunuz.
3)
Tüketim
dünyası: Kendiniz için
alışveriş yapmayı, eşya kalabalığını pek sevmeyebilirsiniz, ama çocuk
büyütürken daha önce hiç aşina olmadığınız bir sürü eşyayı almak ve kullanmak
zorunda kalıyorsunuz. Modern dünyada bebeğinizle hayatınızı sürdürebilmek için
tüm bu eşyaları kullanmaya mecbur olduğunuzu düşünüyorsunuz, ama modern
dünyanın hayatınızı kolaylaştırmayı vaad ederken kafanızı yoran pek çok şeyi
gibi bu eşyaları seçmek, kullanmayı öğrenmek, temiz ve düzenli tutmak, her
gittiğiniz yere taşımak çok yorucu aslında. Çocuğunuz için alışveriş yapmak
özellikle yorucu: Araç koltuğunun güvenlisini, yiyeceklerin, mama kaplarının,
oyuncakların kanserojen olmayanını bulmaya çalışıyor ve kendinizi sizi ve
çocuğunuzu kandırıp zehirlemeye çalışan kapitalist dünya karşısında tek başına
hissediyorsunuz. Çoğu durumda iyi olanın pahalı olan olduğunu varsaymaktan daha
fazlasına enerjiniz yetmiyor.
4)
Kentsel
dönüşüm: Kentsel
dönüşümün ya da mutenalaşmanın,
yerlerinden edilen insanlar için ne kadar büyük bir zulüm olduğunu biliyorum,
daha önce yazmıştım. Beşiktaş’ta oturuyorum ve evimin çok yakınında köy evi
benzeri bahçeli bir ev var. Gecekondu mu bilmiyorum. Bahçesinde ve etrafında tavukların gezdiği
bir ev bu. Günün her saatinde öten bir horozu var. Bu ev, bütün kış çok kötü
kalite kömür yakarak mahallenin havasını mahvetti, camı açıp evi havalandırmayı
olanaksız hale getirdi. Nisan ayının sonuna kadar o baca tütmeye devam etti.
Kuşkusuz kabahat, kalitesiz kömürleri bu insanlara dağıtanlarda, ama ben, bu
sorunun en kısa zamanda çözülmesinin yolunun, evin kentsel dönüşüme kurban
gitmesi olduğunu düşünmeye ve bunu dilemeye başladım.
Annenin içinde beliren bir başka dürtü de, siteye taşınma arzusu. Bunun
AVM’lerin birden çekici hale gelmesine benzer nedenleri var: Evinizden
çıktığınızda pusetle trafikten korkmadan rahatça yürüyebileceğiniz, çocuğunuzu
gezdirebileceğiniz, ipsiz sapsız insanları içeri almayacak güvenliği olan, siz
işteyken bakıcının da çocuğa güvenle hava aldırabileceğini bildiğiniz bir yerde
yaşamak istiyorsunuz.
5)
İşim
aslında o kadar da kötü değilmiş: Evde oturup çocuğa bakınca, nerede çalıştığınızın ve işinizin ne ihtiva
ettiğinin o kadar da önemli olmadığını, dışarıda çalışma konseptinin başlı
başına değerli olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Giyinip evden çıkmak,
işyerinde iki insan görüp konuşmak, kafayı çocuktan başka konulara verip beyin
hücrelerinizin çalıştığını hissetmek, evdeki güç dengelerini korumak, maaş ve
özel sağlık sigortası gibi güzellikleri var dışarıda çalışmanın. Hakettiğinizi
düşündüğünüz konumda, size gerçekten anlamlı gelen bir amaca yönelik çalışmıyor
olabilirsiniz, ama ne gam! İdealleriniz çok geride kalırken işyerinin eve
yakınlığı, esnek çalışma saatleri gibi şeyler önem kazanıyor. Çalışıyor olmak
yeter.
Çocuk sahibi
olmak, inandıklarınız ve tercihleriniz arasındaki makası açacak,
tutarsızlıkları artıracaktır. Buna hazırlıklı olmak gerekli. Ama bir yandan da
pek çok konuda sizi tercih yapmak zorunda bırakan ve tercihlerinizi belirleyen,
hayatınıza sınırlar koyan bir şey. Yani sizi hem ilerlemek, büyümek zorunda
bırakıyor, hem de ilerleyebileceğiniz yolları belirliyor. Bu insanı ataletten
kurtarıp, ferahlatıcı bir etki yapabilir. Gerek zamanınıza, gerekse
tercihlerinize konulan sınırlar, onları aşmak, etraflarından dolanmak için yaratıcı
çözümler bulmanıza, kendinizi geliştirmenize, zamanınızı daha verimli
kullanmanıza vesile olabilir. İnşallah öyle olur!
No comments:
Post a Comment