Friday, September 10, 2010

Koşullar ve formüller

Bir kaç yıl önce, Avrupa Birliği reformlarına "ülkemizin koşulları" yüzünden karşı çıkanlara kızardım, işi "koşul" argümanıyla yokuşa sürüyorlar diye. Artık onlara hak veriyorum. Çünkü biliyorum ki Anayasa Mahkemesi ve HSYK, Avrupa Birliği'ndeki benzerleriyle aynı yapıya da "kavuşsa," hakimler ve savcılar işlerini düzgün yapıp yapmadıklarına göre değil, birilerinin çıkarına göre atanacak. Anayasa Mahkemesi'nin işlevi, güç dengesinin hükümet lehine değişmesiyle yavaş yavaş ortadan kalkacak. Günün birinde başbakanımız ya da bakanlarımız Yüce Divan'da yargılanacak olsalar, davaya kendilerine sempati duyan mahkeme üyeleri bakacak. Bu iki kurumun üyelik yapısı, paketin kabul edilmesi durumunda daha referandumun ertesi günü değişecek. Üstelik hükümet referandumda zafer kazanırsa, genel seçimlerdeki şansı da artacak.

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Serap Yazıcı, TESEV için anayasa değişikliklerini değerlendiren bir rapor hazırlamış. Rapor, belli "demokratikleşme" kriterlerini tam olarak sağlamasa da, mevcut sisteme kıyasla o kriterlere daha yakın olduğu için değişiklikleri olumlu buluyor. Yazıcı'ya göre tüm maddeler demokratikleşmeye katkı sağladığı için kendi içlerinde bir bütünlükleri varmış, bu nedenle de hep birlikte referanduma sunulmalarında bir sakınca yokmuş. Bir sosyal bilimcinin anayasa değişikliklerini pratik sonuçlarına hiç aldırış etmeden, sanki bir makinenin kalite kontrolünü yapıyormuşçasına teorik bir "check list"e göre değerlendirmesi bence ahlaki değil. Bu yöntem, bir "demokratikleşme" formülü hangi topluma uygulanırsa uygulansın aynı sonucu verirmiş gibi yapıyor. Aynı sorun, Avrupa Birliği'nin yaklaşımında da mevcut.

Kısacası bu toplumdaki insanların büyük bölümü, hükümetimiz başta olmak üzere, demokratik ve ahlaki değerleri içlerine sindirmiş değiller. Kararlarını ya çıkarlarına göre alıyorlar, ya başka değerlere göre. Bazıları milliyetçi, bazıları dinci, bazıları cemaatçi, bazıları hizipçi, bazıları devletçi. Yani sanki hükümetimiz ve toplumumuzdaki bireylerin çoğu evrensel ölçüde demokrat, adil, ahlaklı, vicdanlıymış gibi, bu anayasa değişikliklerini evrensel formüllere göre ölçmek, bu değişiklikler kabul edilir edilmez bir batı Avrupa ülkesi kadar demokrat olacakmışız gibi yapmak ya aptallık, ya ikiyüzlülük. (İnsan bunu farkettiğinde, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne bazı değerleri içselleştiremediği için girmemesi gerektiğini iddia eden Avrupalılara da hak veriyor ister istemez.)

Demokratikleşme, ancak "koşulların" iyileşmesiyle sağlanabilir. Bu da eğitim sisteminin daha adil hale getirilmesiyle, ekonomik kalkınmayla, kayıtdışı ekonominin kayıt içine alınmasıyla, sosyal hakların sağlanmasıyla, kadınların maddi-manevi bağımsızlığıyla... İnsanların birey olabilmesiyle, özgür düşünebilmesiyle, kararlarının, hayatının sorumluluğunu alabilmesiyle. Anayasa değişiklikleri bizi daha demokratik ve ahlaklı kılmayacağına göre, böyle bir amacı olmadığı gibi, böyle bir sonucu da olmayacaksa, vereceğimiz karar AKP'yi destekleyip desteklemediğimize bağlı. AKP koşulları iyileştirmek için hiç bir şey yapmadığı gibi, sistemdeki çarpıklıkları, adaletsizlikleri kendi çıkarı için kullanıyor.

Pazar günü hayatımda ilk defa oy kullanacağım. Hayır diyeceğim.

2 comments:

Anonymous said...

Irmak öncelikle kalemine sağlık. Ben de bu referandum sürecinin başlarında yazının son cümlesini birebir yerine getiricem gibi gözüküyordu, fakat biraz özeleştiri sonrası bu kararımdan vazgeçtim.

Savunduğun düşünce yapısının biraz jakobenci olduğunu düşünüyorum. Zaten bu "halk için halka rağmen" duruşu taban-aydın arasındaki uçurumları yaratıp, oluşturduğu geri tepmeler sayesinde senin de bahsettiğin koşulları yaratmada büyük pay sahibi olmadı mı?

Evet, ülkemizin özel koşulları var. Ama ben şahsen "toplumumuzdaki bireylerin çoğu[nun] evrensel ölçüde demokrat, adil, ahlaklı, ve vicdanlı" olduğuna inanıyorum (böyle bir ölçünün mevcut olup olmadığı bambaşka bir tartışma konusu). Şimdi biz "hele bi dur önce şu eğitim/sağlık/ekonomik reformları yapalım sen şu anda sağlıklı karar veremiyorsun" dersek "benim oyum tarladaki çiftçinin oyuyla bir değil" diyen medya maymunlarından ne farkımız kalıcak?

Tiksindiğim derecede "laissez-faire" bir yaklaşım olsa da, ben su akar yolunu bulur diye düşünüyorum. İnsanların istedikleri buysa bu kazığı yiye yiye eninde sonunda kendileri için doğru olanı bulacaklarına inanmak istiyorum. Şayet çoğunluk kendisi için doğrunun bu olduğuna inanıyorsa zaten bu limandan demir alma zamanı gelmiştir. Ayrıca, senin bir sosyal bilimcinin teoritik yaklaşımını ahlaki bulmadığın gibi ben de tam tersi farklı koşullarda evet'e basacağım mühürü özel koşullar yüzünden hayıra basmayı dürüst bulmuyorum ve bu yüzden oy vermeme geleneğimi sürdürüyorum.

-Timur

lightcapsule said...

Timur çok sağol yazıyı okuduğun ve yorum yazdığın için. Birisi okuyup üstelik yorum da yazınca çok seviniyorum.

Ben bu yazıda seçmenlerin değerlerinden ve becerilerinden çok, bu anayasa değişiklikleri bağlamında hükümetin ve hükümetin atayacağı yargıçların/savcıların değerlerini, becerilerini sorguluyorum. Bu insanların "doğru," "adaletli" olanı belirlerken yanlış değerleri (milliyetçilik, muhafazakarlık, bir görüşe bağlı bir gruba sadakat) referans alacaklarını söylüyorum. Bu yüzden de kağıt üzerinde tutması gereken demokratikleşme formülü, uygulayıcıların hayata, mesleklerine bakışı değişmeden tutmaz. İnsanlar haksızlığa uğramaya devam eder. Uygulayıcıların zihniyetlerinin ancak yaşam kalitelerinin iyileşmesiyle değişeceğini, bunun da uzun vadede ve bahsettiğimiz reformlarla olabileceğini düşünüyorum.