Tuesday, February 15, 2011

The Enigma of Capital - 1

"Sermayenin Gizemi"

Sonunda ünlü coğrafyacı David Harvey'nin The Enigma of Capital (Sermayenin Gizemi) kitabını bitirebildim. Kitaptaki tespitlerin önemli ve doğru olduğunu düşündüğüm için kısa kısa buraya yazmak istiyorum.

Asıl sorun
Dünya ekonomisinin sağlıklı sayılabilmesi için yılda en az yüzde üç büyümesi gerekiyor. Kapitalistler pazar paylarını kaybetmemek ve ellerindeki sermayenin değer kaybetmesini önlemek için yarattıkları yeni sermayeyi yatırıma dönüştürmek zorundalar. Harvey'e göre kapitalizmin her gün yeniden cevabını vermesi gereken soru, "sermaye fazlasının nasıl kullanılacağı," yani sermaye fazlasının yatırılabileceği yeni karlı alanların nasıl bulunabileceği.

Krizin ortaya çıkışı üzerine...
1970'lerden beri maaşlı çalışanların eli, sermaye sınıfına göre büyük ölçüde zayıfladı. Maaş gelirlerindeki reel artış, sermaye sınıfının gelirlerindeki artışın çok altında kaldı. Bu durumun sebepleri arasında yurtdışından ucuz işçi getirilmesi, iş gücü tasarrufunu sağlayan teknolojilerin gelişimi, sermayenin iş gücünün ucuz olduğu yerlere gidebilmesi var. Gelişen ulaşım ve iletişim ağları ile gümrük vergileri ve kotaların azaltılması bu süreci mümkün kıldı. Dünyanın her yerinde kadınların ve kırsal nüfusun iş gücüne dahil olması da iş gücünün büyümesine ve ucuzlamasına yol açtı. Ana hedefi enflasyonu kontrol etmek olan neoliberal doktrin, çalışanların pazarlık gücünü iyice zayıflatan bir işsiz ordusunun oluşmasının zeminini hazırladı.

Maaşların düşmesi, pazarların daralması tehlikesini de beraberinde getiriyordu. Bunun çaresi de kredileri yaygınlaştırmakta bulundu. Emlak piyasalarında hem arzı, hem talebi finansal kurumlar finanse ve kontrol eder hale geldi. Bankalar kredi risklerini üzerlerinden atacak araçlar geliştirdiler. Değişik ülkelerin bankacılık sistemleri birbirine bağlandı. Gelişmiş ülkelerde karlı yatırım alanları bulunamadığında, sermaye gelişmekte olan ülkelere yöneldi. IMF, gelişmekte olan ülkelerin ipleri sıkı tutup borçlarını ödeyebilmesi için kuruldu. Ödenmeyen borçların devlet kaynaklarından finanse edilmesi, "yatırımcı güveninin" sağlanmasının tek yolu olarak görüldü. Çoğu zaman seçim kampanyalarını da finanse eden yatırımcıları ürkütmek, siyasetçilerin en büyük korkusu haline geldi.

Sermaye sınıfı sadece üretime yatırım yapsa belki bunun istihdamı artıracağı ve gelirin alt sınıflara "damlayacağı" varsayılabilirdi. Oysa sanayide yoğun rekabet sonucu düşen kar marjlarının etkisiyle sermaye sahipleri spekülatif şekilde varlıklara, yani borsaya, emlağa, emtia piyasalarına ve sanata yatırım yapmaya başladı. Özelleştirmeler de önemli ölçüde yatırım çekti ve yeni milyarderler yarattı. Yeni yatırım kanalları oluşturabilmek için karmaşık finansal araçlar icat edildi ve finans sistemi, reel ekonomiye kıyasla çok daha büyük bir hızla genleşti. Reel ekonomide faaliyet gösteren büyük şirketler, ürettikleri mallardan çok finans piyasalarındaki faaliyetlerinden para kazanmaya başladılar. Düzenleyiciler ise gittikçe karmaşıklaşan finans piyasalarını takip edemez hale geldiler.

Sermaye birikiyor
Sermaye üretim döngüsünü ne kadar hızlı tamamlarsa, o kadar çok kar yaratır. Sermayenin dolaşımının sekteye uğraması halinde sermaye değer kaybeder. Bu nedenle sermayenin dolaşımı sırasında aşması gereken mesafenin daha kısa sürede katedilmesi ve karşılaştığı zorlukların azaltılması gerekir. Harvey, sermayenin karşısına çıkan altı tane engelden bahsediyor: i) Yetersiz başlangıç sermayesi; ii) İş gücünün yokluğu ya da iş gücü ile ilgili siyasi zorluklar; iii) Doğal limitler de dahil olmak üzere üretim araçlarının yetersizliği; iv) Uygun olmayan teknoloji ve organizasyon şekilleri; v) İş gücünün direnişi ya da verimsizliği; vi) Talep yetersizliği.

18. yüzyılda yükselen burjuva sınıfı, başlangıç sermayesini devlet sınırları içinde kapitalist öncesi grupların mal varlıklarına el koyarak, dışarıda ise sömürgeci ve emperyalist politikalarla elde etti. Özellikle "kamu borcu"nun ortaya çıkmasıyla birlikte, devlet ve finans kesimi arasında sıkı bir bağ oluştu. Bu bağ, IMF, Dünya Bankası, Uluslararası Uzlaşmalar Bankası, OECD ve G20 gibi uluslararası kuruluşlarla küreselleşti. Yönetimlerinin teknokratik ve elitist yapısı nedeniyle, bu kuruluşlar ve Merkez Bankaları kapitalizmden şikayeti olanların tepkilerinin önemli hedeflerinden biri haline geldi.

Yasadışı yolları bir kenara bırakırsak, bugün de sermaye birikimini hızlandırmanın yasal yolları mevcut: Özelleştirme, kamulaştırma, satın alma ve birleşmelerden sonra yapılan varlık satışları ("asset stripping") ve iflas eden şirketlerin emeklilik ve sağlık sigortası yükümlülüklerini yerine getirememesi gibi. Kriz sırasında düşük değerle satılan varlıklara da spekülatörlerin "el koyduğu" düşünülebilir. Kapitalizmin işleyişini sağlayan demiryolları gibi büyük altyapı yatırımlarının yapılabilmesi için ise birden çok kaynaktan sermaye toplamak gerekiyordu ve bu da kredi sistemiyle mümkün oldu.

Sermaye çalışıyor
Sermayenin bir de üretim aşamasında karşılaşabileceği engeller var. Yukarıda anlattığım gibi, iş gücünün yaratabileceği sorunlar son otuz yılda büyük ölçüde aşıldı. İş gücü havuzu, kapitalizmin büyümesine rahatça hizmet edebilecek şekilde genişledi. İş gücü piyasalarının kuralları ülkeden ülkeye farklılık gösterse de, kapitalistler bu engelleri de çoğu kez rahatça aşabiliyorlar. Örneğin hızlı nüfus artışı, bir ülkedeki sermaye birikiminin hızlanmasını sağlıyor.

Kapitalistler, iş gücünü çalışanları birbirleriyle ve işsizlerle rekabet içine sokarak kontrol ediyor. Dolayısıyla çalışanlar ve işsizler birbirlerine ne kadar yabancılaşırlarsa, kapitalistler için o kadar iyi. Çalışanlar arasında cinsiyet, ırk, etnik köken, kast, siyasi görüş ve din açısından ayrımlar ne kadar belirginleşirse, çalışanların dayanışma riski o kadar azalıyor. İş gücünün üst katmanlarında ise, bu "Tanrı vergisi" ayrımlar rekabetin önlenmesine ve hiyerarşik düzenin kurulmasına hizmet ediyor. Cinsiyet ayrımcılığı ve ırkçılık, çok büyük grupları en alt basamaklardaki düşük gelirli ve güvencesiz işlere mahkum ediyor.

İş gücünün sermaye sınıfına zorluk çıkarmaması için devletlerin de yapması gereken çok şey var elbette. Örneğin gıda ve ucuz tüketim mallarının desteklenmesi ve eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, ucuz ve kaliteli iş gücü için gerekli.

İş gücü sorunu aşılsa bile, üretim yapılabilmesi için gerekli olan diğer girdilerin (enerji, ham madde, ara mallar, makine, fabrika, altyapı ve ulaşım gereksinimleri) arzının sürekliliği çok önemli. Yani kapitalist sistemin, kendi devamlılığı için gereksinim duyduğu koşulları sürekli olarak yaratması gerekiyor. Rekabet koşullarının düzenlenmesi ve malların dolaşımına yönelik engellerin kaldırılması, tedarik akışının kesintiye uğramaması için hayati önem taşıyor. Bu yüzden IMF ve Dünya Bankası gelişmekte olan ülkelerde yolsuzluk ve kanunlardaki belirsizliklerin ortadan kaldırılarak "yatırım ortamının iyileştirilmesi"ni salık veriyor sürekli. Kapitalizmin sağlıklı olması için tüketim ve yatırım malları üreten sektörlerin denge içinde olması gerekiyor.

Tabii üretim için gerekli olan tedarik akışının sağlanabilmesi için en temel gereklilik, doğal kaynakların sürekliliği. Harvey burada doğal kaynakların şuursuzca tüketilmesinin ve iş gücünün zayıflatılmasının kapitalizmin sürekliliği için aynı ölçüde zararlı olduğunu söylüyor, ancak kısa vadeli düşünen kapitalistlerin bunu anlamaya niyeti yok! Doğal kaynakların tüketilmesi ve yoğun atık üretimi, kapitalizmin yarattığı ve sürekliliğini tehlikeye düşüren en önemli sorunlar. Doğal kaynaklardaki kıtlığın önüne, prensipte teknik, sosyal ve kültürel değişikliklerle geçilebilir. Ancak kapitalizm çoğu kez doğaya zarar veren kültürel tercihleri (et ağırlıklı beslenme, gelişmiş ülkelerin banliyölerindeki yaşam gibi) dönüştürmeye çalışmaktansa, teşvik ediyor.

Dünyadaki ekolojik dengeler öyle karmaşık ki, küçük değişikliklerin bir bütün olarak nelere sebep olacağını kimse bilemez. İnsan faaliyetinin çevreye, iklime ve insan sağlığına zararları ancak yıllar sonra tam olarak anlaşılabiliyor. Bu zararlar ve doğal kaynakların sınırları anlaşıldıkça, çevrecilik de kapitalizm karşıtı hareketler arasında sivriliyor.

Harvey, geçmişte de pek çok kez olduğu gibi kapitalizmin doğal kaynaklardaki kısıtları aşabileceğini iddia ediyor. Hatta yeni ve çevreci teknolojiler, kapitalistlere sermaye fazlasının yatırılabileceği yeni alanlar sunuyor. Ancak kapitalizmin bu sınırları aşmak için (lobilerin baskısıyla) seçtiği yöntemler de, korkunç yan etkilere gebe olabilir. Önemli bir örnek, ethanol üretimi için verilen destekler. Harvey gıda fiyatlarındaki artışı, tarım alanlarının ethanol üretimine ayrılmasına bağlıyor. Petrol fiyatlarındaki oynaklığı da petrol üretimindeki reel kısıtlardan çok, spekülatif piyasaların yarattığını düşünüyor. Petrol fiyatları yükseldiğinde, daha önce işletilmesi imkansız alanlar açılabiliyor. Krizlerin oluşmasında, doğal kıtlıklar kadar kapitalistlerin bu kıtlıklara verdikleri tepkiler de rol oynuyor.

Sermayenin çok önemli bir kısmı "ikinci doğanın" inşa edilmesine, yani yapılaşmaya, şehirleşmeye ve altyapı yatırımlarına harcanıyor. Çoğunlukla krediyle yapılmış bu yatırımların bir krize yol açmaması için verimli bir şekilde kullanılmaları gerekiyor.

Son olarak, kapitalizmin sürdürülebilmesinde teknolojik yaratıcılığın rolü yadsınamaz. Yoğun rekabet ortamında başlarını suyun üstünde tutmaya çalışan kapitalistler, sayesinde o çok ihtiyaç duydukları sıçramayı yapabilecekleri, maliyetlerini düşürecek buluşların, pazarlayabilecekleri yeni ürünlerin peşindeler. Sadece şirketler değil, devletler de bu yarışın içindeler. Kapitalizmin devamı için finans sektörüyle iş birliği içinde olan devlet, reel sektörü de stratejik sektörlerde Ar-Ge faaliyetlerini finanse ederek destekliyor. Ancak sürekli yapılan yenilikler, bir önceki "nesil" ürünlere yapılan yatırımın boşa gitmesine, pek çok insanın işsiz kalmasına yol açabiliyor.

Sermaye fazlası, spekülatif şekilde "inovasyon dalgaları"na yatırım yapıyor. Harvey, şu anda hızlanan yatırımlara bakarak bir sonraki balonun biyotıp, genetik mühendisliği ve yeşil teknolojiler alanlarında oluşacağını tahmin ediyor. Her inovasyon dalgasında hakim sınıf da el değiştiriyor.

Teknoloji ve bilim karmaşıklaştıkça, bu alanlarda uzman olanların üzerimizde kurduğu tahakküm sağlamlaşıyor. Kendimizi pek çok alanda uzmanların eline teslim etmek zorundayız, ancak uzmanların bu uygulamalarının sonuçlarına ne kadar hakim olduğu, kamusal yarara ne kadar önem verdiği bir muamma. Son ekonomik krizde yaşanan da buydu aslında. Kısaca, kapitalizm teknolojik gelişmenin mümkün kıldığı bir "yaratıcı yıkım" döngüsü sayesinde sürdürülebiliyor.

Devam edecek...

No comments: