Şimdi size de duygu sömürüsü yapmak istemem ama küçüklüğümden beri yalnız yemek yiyen adamlar, bekar ve çocuksuz kadınlar beni içlendirmiştir. Geçen hafta bir çok yere koşturup bol bol yiyip içip sosyalleştikten sonra biraz yalnız kalmak istemiştim. Sık görüştüğüm üniversiteden bir arkadaşım İstanbul'dan ayrıldı, İstanbul'u ziyaret eden diğer arkadaşım da Belçika'ya döndü. Yani geçen haftaki sosyallik tamamen şans eseriymiş ve bitti.
Önce sevindim kendime zaman ayırabileceğim, evi derleyip toparlayacağım, kitap okuyacağım, belki bir şeyler yazacağım diye. Hiç ilham gelmiyor bu aralar. Ayrıca uzun zamandır ilk kez kimse ilgimi çekmiyor. Ya da fikirlerim o kadar çabuk değişiyor ki onlara güvenim kalmadı. Bu bana önce çok büyük bir şans, müthiş ve özgürleştirici bir şey gibi göründü. Zaten bu işlerde kadınlar farkında olsalar da, olmasalar da hep zararlı çıkıyordu. Yani bir kadının psikologların cool deyimiyle "güvenli bağlanma" ihtiyacını karşılayabilmesi için, bir yaşam tarzını paket halinde kabullenmesi gerekiyordu. Hele bir de çocuğun olursa yandın. Onu başka kadınların üzerine yıksan bir türlü, yıkmayıp kendin baksan bir türlü. Doğanın kadınlara kurduğu bu tuzaklardan aklını kullanıp korunmalıydı insan. Ayrıca şu gelin ve bebek bolluğunda bir de ben gelin olmuşum, bir bebek de ben yapmışım, ne önemi var ki! Oysa ben daha farklı bir şeyler yapabilirim. Yapabilirim yapabilirim de, ne zaman?
Baktım akşamları Amy Winehouse haberleri okuyup şarkılarını dinlemekten başka bir şey yapmıyorum, kendime bakıp içlenmeye başladım. Her ne kadar o şarkıların uğruna yazıldığı adamın beş para etmediği gün gibi açık olsa da, o şarkıları yazdıran duygulara imrenmeye başladım. Belki de tüm bu mantık yürütmeler, doğaya karşı çıkmalar yalnızlığa dayanmak için aklımın ürettiği tesellilerden ibaretti. Akılcılıkla, temennilerle bir yere varamıyordu insan, yine doğa galip geliyordu. Ben buraya artık yerleşeyim diye taşındım ama, gene kimse yerinde (ve yanımda) durmuyor. Belki de insanlar hakkındaki fikirlerimin de çok önemi yok, yok birinin siyasi görüşleri bana uymuyormuş, yok birisi kendini çok beğenmişmiş, diğeri çok depresifmiş, korkakmış. Doğru amaçlar için mücadele eden sağlam birisi yok etrafta. Mücadele edecek gücü olan kendi için mücadele ediyor, yüce amaçları olan mücadele edecek gücü bulamıyor. Hem ben öyle biri miyim ki öyle birini arıyorum? Soralım bakalım onlar benim hakkımda ne düşünüyorlar? Zayıf değilim, üstelik kafam rahat değil. Hem insan herkeste sevilecek bir yan bulup, herkese alışabilir. Zaten bir şeye yeterince zaman ve enerji vakfeden insan, onu sevmeyecek değil ya. Doğa halleder her şeyi.
Neyse son kararım şudur ki, hiç bir şeyin ve hiç kimsenin sürekli yanında olacağına güvenemeyeceği bu dünyada insanın kendine güvenmesi, kendine bakması, kendi ayakları üzerinde durması gerekir. Çalışmak, üretmek, ne kadar sürekli E-maillerimize ve twitter'a bakarak unutmaya çalışsak da, çoğu zaman yalnız kalabilmeyi gerektirir. İnsan, hayatını kendisi anlamlandırabilmeli; başkalarından ne kendisini onaylamalarını, ne hayatına anlam katmalarını, ne de hiç değilse kendisini oyalamalarını beklemeli. Yalnızlık ne acınacak, ne de başa gelince (ya da seçilince) özür dilenmesi gereken bir şey.
No comments:
Post a Comment