Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes Film Festivali'nde Büyük Juri Ödülü'nü kazanan yeni filmi Bir Zamanlar Anadolu'da'ya gittim bugün. Polisler, askerler, savcı, doktor ve şüphelilerin kurduğu bir konvoy, bir gece yarısı kasabadan uzağa gömülmüş bir cesedi aramak için yola çıkar. Geniş bozkırın ortasındaki kıvrımlı yollarda, bir çeşme başından diğerine ince bir alev akıntısı gibi ilerlerler ama, ceset bir türlü bulunamaz. Bütün karakterler gittikçe zayıf düşerler: Bozkırın genişliğinin, bozan havanın, karanlığın, kaderin, yalnızlıklarının, güzelliğin, kayalardaki kabartmaların ve mantığa sığmayan hikayelerin karşısında güçleri yoktur. On binlerce yıllık zamanın, uçsuz bucaksız mekanın içindeki ufacık varlıkları önemsizdir belki ama dertlerinin ağırlığı taşıyamayacakları kadar büyüktür.
İnsanın evren karşısındaki küçüklüğü ile acılarının ve sevinçlerinin alabileceği korkunç boyutlar arasındaki zıtlık, festivalde Altın Palmiye'yi alan Terrence Malick'in The Tree of Life'ında da vardı.
Ama kahramanlarımız varlıklarının önemsizliğini ve dertlerinin ağırlığını aynı anda unutabiliyor ve kendilerini ellerindeki işe verebiliyorlardı. Birbirleriyle rekabete giriyor, birbirlerine güceniyor, birbirleriyle dalga geçiyorlardı. Küçük hesapların, küçük çıkarların peşine büyük bir ciddiyetle düşüyorlardı. Hepimiz gibi.
Filmin başarısı, bütün bunları, yani insanın acınası, ağır gerçekliğini böyle açık gösterebilmesi.
No comments:
Post a Comment