Thursday, March 03, 2011

Siyah Kuğu

Herkesin artık bildiği gibi Nina, Kuğu Gölü balesinde kuğu kraliçesi rolünü oynaması için seçilmiş bir balerindir. Hayatı aşırı müdahaleci annesiyle birlikte yaşadığı eviyle bale stüdyoları arasında geçmektedir. Nina bu hayatın ne kadar çorak olduğunun farkında değildir; bildiği tek mutluluk balede daha iyi bir performans sergileyebilmektir. Gösterinin kareografı başrolü ona verince bu şansı yakalar, ancak bu rolün hakkını verebilmek için şimdiye kadar görmezden geldiği, bastırdığı "karanlık taraf"ını ortaya çıkarması gerekmektedir.

Nina her taraftan ezilmektedir: Onun için çok fedakarlık yapmış annesi onun bir an için bile sözünden çıkmasına tahammül edemez, kareograf tutkularını açığa çıkarması için "baskı yapar" ve önüne Nina'nın zıttı kişilikte (ve rahatlıkta) Lily'i rakip olarak koyar, eski baş balerin (ve kareografın eski sevgilisi) Beth Nina'yı kareografı baştan çıkarmakla suçlar ve kendini bir arabanın önüne atar, Lily bir yandan Nina'ya dostane davranırken diğer yandan kareografın kendisine gösterdiği ilgiyi kabul etmekten çekinmez... Yani Nina, bir Mahsun Kırmızıgül filmi karakteri (ya da bir laboratuvar faresi) gibi dünyadaki tüm dertlerden muzdariptir.

Dünyayı Nina'nın gözünden izlediğimiz için, bir yerden sonra gerçek halüsinasyonlara karışıyor. Mesela Lily, annesi ya da kareograf aslında Nina'nın düşündüğü kadar Nina'ya düşman mı bilemiyoruz. Gerçi filmde neyin gerçek, neyin sanrı olduğu eninde sonunda açığa çıkıyor, dolayısıyla gerçek olmadığı açıkça belli olmayan bir sahne de acaba sanrı mıydı diye paranoya yapmaya gerek yok. Film bize düşündürmek istediği kadar derin değil bence. Hatta bütün o şüpheyle ve efektlerle olmadığı kadar derinmiş gibi gözükmeye çalıştığı için, filmin dürüst olmayan bir yanı var. Delilik, subjektifliği ve anlaşılmazlığıyla izleyiciyi hem korkutan, hem merakla kendine çeken karanlık bir çekim alanı ve yönetmen Darren Aronofsky, bu etkiyi kötüye kullanmış.

Filmde kuşkusuz gerçek bir yan da var ve filmi izleyen bütün kadınlar ve genç kızlar Nina'yı (değişik derecelerde) anlayabilirler. Mesela Nina'nın gittikleri barda Lily'nin rahatlığına hayretle baktığı gibi ben de bazı hemcinslerimin gamsızlığına hayret ve kıskançlıkla bakmışımdır. Nina'nın etrafındaki herkes kişiliğini özgürce (ve düşüncesizce) yaşar ve zavallı Nina'ya yaşatırken, Nina mükemmel performansı gösterebilmek için mükemmel olmayan tarafını açığa çıkarmaya "zorlanıyor." (Buradaki ironi, daha önceki bir postta yazdığım "belki de en mantıklı olan insanın duygusal tarafını hesaba katması" tespitiyle paralellik taşıyor.) Sanki Nina, dünyadaki kötülüklerin ve düşüncesizliklerin altında ezilmektedir, bir türlü onlara karşılık verememektedir. Kimse Nina'nın niye böyle olduğunu ve kendisinin bu durumdaki payını düşünmüyor, Nina'yı anlamaya çalışmıyor. Ece Temelkuran'ın şu yazısında söylediği gibi, belki de Nina'nın ihtiyacı olan şey sevgi ve kimse Nina'yı onun ihtiyaç duyduğu kadar çok ve koşulsuz sevmiyor.

Filmde annenin ve kareografın Nina üzerinde kurduğu tahakküm, bana Çoğunluk'ta babanın oğlu üzerinde kurduğu tahakkümü hatırlattı. İlişkilerde bir tarafın diğeri üzerinde kayıtsız şartsız tahakküm kurması, bunu hakkı bilmesi haksızlık. Hiç bir ilişkinin doğası, bu haksızlığı haklı çıkarmaz. Buna popüler kültürde gittikçe daha çok dikkat çekilmesi olumlu. Ancak bize sözünü dinleten herkesten nefret etmeden önce şunları düşünmekte yarar var: Birincisi, bir tarafın diğerinden güçlü bir konum almasını haklı çıkaran nedenler, durumlar olabilir. Her ilişkinin her zaman demokratik olması beklenemez. İkincisi, güçlünün güçlülüğü, aynı zamanda zayıfın zayıflığı demektir. Gönül ister ki her ilişki pür sevgi ve saygı çerçevesinde yürüsün, reel olarak güçlü olan zayıfın haklarına saygı göstersin. Ancak maalesef dünya böyle bir dünya değil. Dolayısıyla zayıf olan taraf ya güçlenmek, kişiliğini ve haklarını savunmak, ya da ilişkiyi terketmek durumunda. Bazen böyle bir seçenek olmadığını biliyorum, ama bazen de var. Önemli olan zayıfın bunu farketmesi.

No comments: