Saturday, December 03, 2011

All the single ladies!


Bu aralar karşıma hep yalnız kadınlar çıkıyor. Ece Temelkuran İkinci Yarısı'nın başında şöyle diyor: "Bizim gibilerin nasıl yaşlanacağı belli değil. En çok bu bakımdan dolandırıldık sanırım. Kalbin emniyeti için hasis duygusal yatırımlarımızı yapmadık. Hayatımızın güvenliği için insanları ölçüp biçip biriktirmedik. Ruhsal emekliliğimiz için kenara, tatsız olsa da sağlam diye ilişkiler koymadık."

Sonra Rampa'da "Gelecek Program" adlı sergisini açan ressam Leyla Gediz'in röportajını gördüm Radikal'de.

Bu süreçte ‘aile’ meselesi sizi hayli meşgul etmiş anlaşılan... Kendi adıma bir aile kurmakla ilgili yeteneksizliğim diyeyim. Kendimi buna çok uzak hissetmem, bunun artık çok olmayacak bir şey gibi durması. Bu ana kaynak ama kendi ailemin içinde dağılma, parçalanma tehlikeleri de beni bir o kadar huzursuz etti. Yakın çevremizde sürekli, evlenenlerin boşanması, beraberliklerinin sonlanması... Belki bu doğal akış ama çocukluğumdan getirdiğim biraz romantik düşüncelerime ters düşen şeyler. Çocuklukta dinlediğimiz masallardan en azından birisi de tutsun değil mi!

Kodak’tan esinlendiğiniz ‘Mutlu Aile’ serisi nasıl çıktı ortaya. Bir arkadaşın düğününde çektiğim fotoğrafları yıkatmıştım. Zarfıyla birlikte bir kenarda duruyordu negatifler. Pek de mutlu değildim o düğünde, sevgilimden yeni ayrılmıştım. Kodak zarfının üstündeki fotoğraf o. Kodak hayatta fotoğrafı çekilmeye layık tek konu olarak ideal aileyi belirlemiş, kumsalda koşuyorlar mutluluk içinde. İki çocuk oynarlarken ya da bir ressam tablosunun başında çalışırken ya da biri dağa tırmanırken değil, değil, değil. Aile… Her toplumda bu sanki en önemlisi. Amaç bu, mutluluk bu.

Dün Atlantic dergisinde upuzun bir yazı okudum, neden gittikçe daha çok kadının bekarlığı seçtiği (ya da seçmek zorunda kaldığı) üzerine. Otuz sekiz yaşında Kate Bolick isminde bir gazeteci yazmış, kendi tecrübesini de anlatmaktan hiç çekinmeden. Yazı genelinde çok ilginçti, ama iki fikir zihnimde özellikle yer etti. Birincisi, bekar hayatımızı geçici bir dönemmiş gibi görmekten vazgeçmemiz gerektiği. Bir yerde geçici olarak bulunsanız ve başka bir yere gitmek için günleri sayıyor olsanız, oradaki günlerinizi güzel geçirmek için çaba harcamazsınız. Ama durumunuzu kabullenirseniz, "asıl" hayatınıza başlamak için bir sonraki yere gitmenin şart olmadığını anlarsanız, yaşadığınız hayatın tadını çıkarmaya başlarsınız.
"Bütün bu zaman boyunca bekar hayatımı geçici bir dönem gibi gördüm, ruh halime göre ya tadını çıkarmam ya da çabucak sonlandırmam gerektiğini düşündüğüm bir dönem.... ama şimdi bir başka ilişki daha bittiğine göre, varsayımlarda bulunmak çok zor. Hiç olmayabilir. Belki 42'ye kadar olmaz, ya da 70'e kadar. Bu o kadar kötü mü? Bekar hayatımı geçici olarak görmeye son verirsem belki daha... mutlu olabilirim. Belki sonunda gerçek bir bekar kadın olmanın ne anlama geldiğini çözebilirim."
İkinci iyi fikir ise hayatınızdaki aile ve arkadaşlık ilişkilerinin de romantik ilişkiler kadar önemli olduğu ve arkadaşlarınızın, ailenizin yanında olmanız gerektiği. Onların size, sizin onlara ihtiyacınız var (ve bu hayatınızın erkeğini bulsanız da değişmeyecek.)
Biz kiminle evli olup olmadığımızdan çok daha fazlasıyız: biz aynı zamanda arkadaşlarız, torunlarız, kuzenleriz vesaire... Bu ağların derinliği ve karmaşıklığını görmezden gelmek duygusal tecrübelerimizi kısıtlamak olur.

Ağabeyimin iki küçük kızı bana öyle aklıma gelmeyecek duygular yaşattılar ki, hala/teyze'nin yükselişine tanık olduğumuzu düşünmeye başladım. Aileme her zaman çok yakındım, ama yeğenlerimi karşılamak bir başkasına değer vermenin nasıl bir ödül olduğunu bana yeniden hatırlattı. Bu dünyada sevgiyi yaşamanın bir çok yolu var.
Keşke kadınlar değerlerini erkeklerin kendilerine verdiği değerle ölçmekten vazgeçebilseler. Keşke hepimiz sağlıklı, güçlü geçirdiğimiz her günün, hayatımızdaki her insanın değerini bilebilsek. Her şeye, herkese merakla bakabilsek. Beklemeyi bırakıp yaşamaya başlayabilsek. O zaman erkekler kendilerine çekidüzen verirler, hadlerini bilirlerdi belki. Ama sanırım burada da bir "collective action" sorunu var.

Özgürleşmeye zihnimizde başlamamız gerekiyor. İşte de, aşkta da zihnimizin bütün seçeneklere açık olması gerekiyor. Bir ilişkinin ya da evliliğin amaç değil, mutluluk için bir araç olduğunu, üstelik tek araç da olmadığını anlamamız gerekiyor. Ama en önemlisi kendi değerimizin farkında olmamız gerekiyor.

2 comments:

greybook said...

Bu seferki timebreak fevkalade zihin acici olmus.Takdirlerimle..

Duygu S. said...

Kendimde hiç bir zaman bir aile kuracak cesareti bulamadım. Çocuklardan her zaman uzak durdum. Evlilik ve çocuk kavramlarının insana hep bir yük getirdiğini düşündüm. Hala da düşünmekteyim. Kadınların evliliğe bir güvence, hayatı özgür 1şekilde yaşamanın toplum karşında onay verilmiş hali olarak bakmaları beni bu fikirden soğuttu herzaman. Erkeklerin ise evlenilecek kadın ayrımı yaparken kafalarında oluşturdukları kıstaslar midemi bulandırdı. Evlilik kağıt üstünde ya da değil 2 kişinin hayat arkadaşlığıdır. Evlilik, aşkla kişinin gözünün kör olduğu bir boyun eğiş hali ya da hayat güvencesi değildir. Bırakalım kimse bize sahip olmasın, biz önce kendi ayaklarımızın üstünde duralım, kendi hayatımızı yaşayalım. Sonrası bir şekilde gelir nasıl olsa